Ü
Ücret -- Nasıl ki, pazarda işçinin sattığı şey emeği degil de emek gücü ise, bununla bağlantılı olarak ücret de emeğin değeri değil emek gücünün değeri ya da fiyatıdır. Bunların birbirine karıştırılması ve birbirleri yerine konulması, Marks'a göre, hem varolan ilişkilerin görünmez hale getirilmesi ve hem de tepetaklak bir görünüm içinde gerçekliğin başka türlü gösterilmesi anlamına gelmektedir.
Üretici Güçler -- Marksist ekonomi politiğin temel alt kavramlarından birisidir. Üretici gücler, esas olarak üretim aletleri ve araçlarından meydana gelen bir kavramlaştırmadır. Üretim ilişkileriyle çelişki halinde bulunmaktadır, ve gelişiminin belli bir aşamasında zorunlu olarak değişiklikler talep etmektedir.
Üretici Güçler: Karasaban > Dokuma tezgahı > Fabrika
Üretici güçler ve Üretim ilişkileri kavramları, Marksist metinlerde genelde birarada kullanılırlar ve birbirleriyle ilişki ve çelişki halinde Üretim tarzı denilen kategorinin içeriğini oluştururlar.
Marksist teoriye göre, Üretici gücler(kara saban) gelişmesinin belli bir aşamasında, üretim ilişkilerinin(serf-bey) zorunlu olarak değişmesini dayatırlar ve bunun sonucunda da tüm bir üretim tarzı (feodalite)belirli bir şekilde değişime uğrar(feodalite kapitalizme dönüşür). Üretici gücler burada toplumsal değişimin maddi çekirdeği anlamına gelmektedir.
Marks, Felsefenin Sefaleti adlı kitabında şöyle belirtir;
"Toplumsal ilişkiler, üretici güçlere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yeni üretici güçler sağlamak için, insanlar, kendi üretim biçimlerini değiştirirler; kendi üretim biçimlerini değiştirmek, yaşamlarını kazanma yollarını değiştirmek için de, bütün toplumsal ilişkilerini değiştirirler. Yeldeğirmeni size feodal beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise, sınai kapitalistli toplumu".
Üretim İlişkileri -- Üretici güçler kavramıyla birlikte Marksist teorinin ana kategorilerinden olan Üretim tarzı kategorisinin içeriğini oluşturur. Üretim ilişkilerinin gelişmesi öncelikle üretici güçlerin gelişmesine bağlıdır ve ikinci olarak, üretim ilişkilerinin kendisi de üretici güçlerin gelişimini etkilerler. Bu etki onları hızlandırma ya da yavaşlatma anlamındadır, belirleyici olan sonuçta üretici güçlerdir.
Üretim ilişkileri:
1) Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar(maddi üretici güçler), aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler(üretim ilişkileri) kurarlar;
2) bu üretim ilişkileri, toplumların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. (üretim ilişkilerinin niteliği gelişme düzeyini ortaya koyar)
3) Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut (iktisadi) temeli oluşturur.
4) Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal,siyasal ve entelektüel hayat sürecini (bilinçlerini)koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.
Kabile > Köleci > Feodalite > Kapitalizm
Üretken emek / Üretken olmayan emek – Bu kavram Marx’tan önce klasik iktisatçıların üzerinde durduğu bir kavram olmuştu.Örneğin Adam Smith ,”kilise adamları,avukatlar,doktorlar,kalem erbabı, oyuncular, palyaçolar, müzisyenler, opera şarkıcıları, dansçılar vs.” üretken olmayan emek kategorisine dahil etmişti.Bunların hepsi “başka insanların çalışmasının yıllık ürününün bir kısmı ile geçiniyor idi.
Adam Smith:"Üretken emek fiziksel/ömürlü/kalıcı mal üreten emektir"
“İnsan,3 bir dizi manüfaktür işçisi çalıştırarak zenginleşir;
bir dizi hizmetkar tutmakla yoksullaşır.” (Smith 1985: 271)
Smith’e göre üretken emek, maddi bir varlık yaratan, dayanıklı mal üreten emektir. Sadece fiziksel değeri, gerçek değer olarak gören tanımdır bu. Smith,ulusal zenginliğin artmasının koşulu olarak manüfaktür üretimin artmasını ve sermaye birikimin sağlanmasını görmektedir. İşte bu noktada şu tespiti yapar; sermayenin birikebilmesini sağlayacak şeyler aristokratik şatafatlar değil, ömürlü/kalıcı metalardır.Hizmetkarların emeği değer üretmez, üretilen değerden eksilme yaratır. Dayanıklı malların üretilmesi yani üretken harcamaların artması toplum zenginliğinin artmasının temel koşuludur.
Marx: "Üretken emek muhakkak fiziksel herhangi bir şey yaratan emek değildir(ama artı değer yaratan emektir)"
Fakat bu ayrım gerçekten o denli berrak ve basit midir? Marx akla gelebilecek her mesleğin üretken olabileceğini önerir ve bunu kanıtlamak için görünürde saçma bir örnekle yola koyulur:
“Filozof fikir üretir,şair şiir,rahip vaiz,profesör kitap vs. Bir mücrim (suçlu) ise cürüm(suç) üretir.Bu son üretim dalı ile bir bütün olarak toplum arasındaki bağlantıya biraz daha yakından bakarsak bir çok önyargıdan kurtulacağız.Mücrim yalnızca cürüm değil fakat aynı zamanda ceza hukukunu ve onunla birlikte ceza hukuku dersi veren profesörü ve buna ek olarak bu aynı profesörün derslerini “meta” biçiminde piyasaya sürme aracı olan kaçınılmaz kitabı üretir.”
Mücrim ayrıca tüm polisi ve ceza hukukunu,yargıçları,infaz memurlarını, jürileri vb üretir ve toplumsal işbölümünün aynı sayıdaki kategorilerini oluşturan bütün bu fraklı iş kolları insan ruhunun farklı kapasitelerini geliştirir,yeni gereksinimleri ve onları karşılamanın yeni yollarını yaratır.Tek başına işkence bile en akla gelmez mekanik icatlara yol açmıştır ve aletlerini üretmekte çok sayıda saygıdeğer zanaatkarı istihdam etmiştir. Mücrimin üretken gücün gelişimindeki etkileri ayrıntılı olarak gösterilebilir.Hırsızlar olmasaydı acaba kilitler bu günkü mükemmellik derecesine erişebilecek miydi?Kalpazanlar olmasaydı banknot yapımı bu günkü mükemmellik derecesine erişebilecek miydi?...Ve özel cürüm alanını terk edersek:Ulusal cürüm olmasaydı dünya pazarı hiç var olur muydu?Gerçekten uluslar bile ortaya çıkar mıydı?Ve ta Adem’den beri Günah Ağacı aynı zamanda bilgi ağacı olmamış mıydı?
Das Kapital Francis Wheen s.72-73; Üretken Emeğin Tanımları:
I.Analitik Tanım:Üretken emek artı değer üreterek sermaye birikimini sağlayan emekdir. "Analitik" açıdan yapılan bu tanıma göre, Marksist çözümlemenin ve Marksist iktisadin sorunsalı kapitalist sermaye birikiminin (ve büyümenin) dinamiklerini anlamaktir ve Marksist kuramin sermaye birikimini anlamaya yönelik temel soyutlamasi da “artı değer” kavramidir. İşte Ü-ÜOE kategorilerine bu noktada ihtiyaç duyulmaktadir. Zira bütün emek kaegorileri artı değer üretmemektedir. Bazi kategoriler ekonomide fiyat büyüklükleri yaratsa da artı değer üretmezler. Yalnizca artı değer üreten faaliyetler üretken olarak değerlendirilmelidir. Üretken emek kavrami tarihsel bir perspektife oturmaktadir.
Marks, "burjuva aklının dar kafalılığı, sermaye için üretken olan emek ile genel olarak üretken olan emeği birbirine karıştırır!"
Tarihselliğinden kopardığımızda “herhangi bir şey üreten emek” üretken olacaktir, oysa kapitalist üretim tarzı için işlevsel olan, onun devamlılığını sağlayan emek farklıdır ve bu nedenle sermaye açısından üretken olan emek genel anlamda üretken olan emek değildir (Gough Ian, 1972, “Marx’s Theory of Productive and Unproductive Labour”, New Left Review 76,Kasım/Aralık: 47-72.).
Ian Gough-Professor of Social Policy
Bath Üniversitesi/UK
Sosyal ve siyasal bilimler bölüm öğretim üyesi
Analitik bakışa göre üretken emek kullanım değeri değil (ki kullanım değeri üretmesi hasebi ile toplumsal yeniden üretim içinde işlevselliğe sahiptir) artı değer üreten emektir.
İşte bu nedenle analitik bakış, emeğin ürettiği malın kullanım değerini Ü-ÜOE ayrımı için kriter olarak almaz. Yani emeğin yarattığı değerin, toplumsal yeniden üretim içindeki işlevselliğine bakmaz; sermaye için artı değer üretiyor olmasıdır önemli olan.
Dolaşım emeği, sermayenin çevriminin tamamlanması için işlevsel olsa da, sermayeye kâr sağlıyor olsa da, yapılan iş sadece var olan geçerli değerin el değiştirmesini sağlamak olması itibariyle yani yeni bir artı değer yaratmaması itibariyle üretken değildir.
Ayni şey, finansal hizmetler için de geçerlidir. Sermaye için fayda yaratıyor olsa da bu hizmetler sadece var olan artı değerin el değiştirmesine dairdir.
Depolama ve ulaşim hizmetleri gibi faaliyetler ise, üretim sürecinin bu alanlarda devam ediyor olması koşuluyla üretkendir. Örneğin, depolanırken ürüne nihai formu veriliyorsa yada ulaşım yolu ile ürünün kullanım değeri (başka bir noktada tüketilmesine olanak sağlanması) şekilleniyorsa, bu faaliyetler üretken olacaktır. Mal yada hizmet üretiliyor olması, emeğin kafa emeği yada kol emeği olması artı değer üretiliyor olup olmamasının belirleyicisi olmadığı için ü-üoe ayrımı için anlamlı kriterler değildir.
Üretken olmayan emek sömürüye tabi olabilir mi?
Ücretli emek olmaları itibariyle ve emek güçlerini piyasada satmaları itibariyle üretken emek de, üretken olmayan emek de sömürü ilişkisine tabiidir. Yani üretken olmayan emek artı değer yaratmamasına rağmen sömürülmektedir.
Anlatımı kolaylaştırmak için söyle bir örnek verilebilir. İnşaatı yeni tamamlanmış bir apartmanda satılmaya hazır daireler olduğunu ve bir emlakçinin bu dairelerin satışını gerçekleştirdiğini düşünelim. Bu örnekte inşaatın tamamlanmasında çalıştırılan işçi üretken emek, emlakçinin yanında çalışan işçi ile birlikte emlakçi ise üretken olmayan emektir.
Zira, emlakçilik faaliyeti yeni bir değer üretmemektedir, daha önce üretilmiş değerin (inşaat işçisinin artı değeri) mülkiyet değiştirmesini (dairenin müteahhidin mülkiyetinden, konut sahibi olmak isteyen bireyin mülkiyetine geçmesini) sağlamaktadır. Mülkiyet değiştirmeyi bir kullanım değeri olarak alırsak, bu kullanım değerini üreten emek, emlakçının yanında çalışan işçinin emeği olacaktır. Bu işçi günde 10 saat çalışmakta, ancak emeğinin karşılığı olarak 4 saatlik bir ücret değeri almakta ise, 6 saatlik emek karşılığı sömürülüyor olacaktır. Burada emlakçinin kâri ve işçinin ücreti, daha önce yaratılmış bir artı değer havuzundan karşılanacaktır.Örnekte de görüldüğü gibi, üretken olmayan sektörün kâri ve üretken olmayan emeğin ücreti, artı değer kitlesinin yeniden bölüşümü ile sağlanmaktadır.
Tek tek sermayenin kârlılıklarını arttırmak yada rekabet nedeniyle kârlılıklarının düşmesine engel olmak için üretken olmayan (pazarlama, reklam, finans gibi) emek kategorileri önemli işlevler yerine getirmektedir. Bu nedenle, sermayeler arası rekabetin artması ile birlikte, üretken olmayan alanın genişlemesi eğilimi ortaya çıkacaktır Bütün olarak üretken olmayan alanın genişliyor olması, sermaye birikimi üzerinde olumsuz bir baskı yaratacak kar oranlarında düşme görülebilecektir.
İşte bu nedenle, ü-üo emek ayrımının yukarıda özetlendiği gibi “sermaye için artı değer üretimi” kriteriyle yapılıyor olması, kapitalist birikimin incelenebilmesi için işlevsel ve analitik bir çerçeve sunmaktadır. Ü-üoe ayrımı sermaye birikimine ayrılabilecek artı değerin azalması ile, kâr oranlarının düşme eğilimiyle, kamunun ekonomiye müdahalesiyle, uluslararası ticaret ve sermaye hareketleriyle ilişkili analitik bir çerçevedir (Moseley 1991, Leadbeater 1985, Shaikh ve Tonak 1994, Mohun 1999, Savran ve Tonak 1999.)
II. İşlevsel Ü-ÜOE tanımı
Emekçinin tüketim mallarını doğrudan yada dolaylı olarak besleyen bütün sektörler, dolaylı olarak emek gücünün yeniden üretimine giren mal ve hizmetler, göreli (nisbi) artı değeri değiştiren faaliyetler üretken olarak değerlendirilir.
Üretkenliğin bu tanımı emek verimliliğini arttırıcı bütün üretim faaliyetlerini kapsadığıi için, ücretli emek dışındaki, kendi hesabına çalışanlar ve hatta kapitalistik olmayan faaliyetlerin de (kamusal hizmetler gibi) bu tanıma dahil edilmesinin önü açılır.
Jacques Gouverneur’a göre sadece profesyonel olmayan işler üretken olmayan alana dahil edilmelidir. Böylece Gouverneur, üüo ayrımını benimsemekle birlikte, kârlılık açısından işlevselliği üzerinden üretken alanın tanımını olabildiğince genişletmektedir. Dolaşım ve denetim emeğinin de kapitalist toplumun toplam gelirine bir katkı yaptığını bu faaliyetlerin artıyor olmasının geliri azaltmayacağını ve kapitalist büyüme için bir engel teşkil etmediğini savunur (Gouverneur, Jacques, 1990, “Productive Labour, Price/Value Ratio and Rate of Surplus Value: Theoretical Viewpoints and Empirical Evidence”, Cambridge Journal of Economics, 14: 1-27.Gouverneur 1990).
"Kapitalizm ve Kriz", Jacques Gouverneur; E. K. Hunt, üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesini sağlayan, kapitalizmin yasal,kurumsal ve ideolojik temellerini teşkil eden savunma, eğitim gibi alanların emek gücünün yeniden üretimini etkilediğine ve kârlılığı belirlediğine ve bu nedenle üretken olmayan alana dahil edilmesinin anlamsızlığına dair vurgu yapar (Hunt 1979).
Bu nokta, kullanım değerinin işin içine girmesi nedeniyle, analitik tanımın analitik niteliğinin bozulmaya başladığı noktadır. Yine bir örnekle, bu sefer analitik tanım ile işlevsel tanım arasındaki farkı netleştirmeye ve kısaca işlevsel tanımın değerlendirmesini yapmaya çalışalım:
Fabrikada istihdam edilen bir bilgisayar mühendisinin, üretimde verimliliği arttıracak yeni bir bilgisayar programı tasarladığını düşünelim.
Analitik tanıma göre,bu mühendis yarattığı üründen bağımsız olarak, ücretli emekçi olması ve sermaye için artı değer üretmesi itibariyle üretkendir.
İkinci tanıma(işlevsel) göre ise mühendis hem sermaye için satılabilir bir bilgisayar yaratmış olması dolayısı ile hem de daha sonra bu bilgisayari kullanacak olan işçilerin verimliliğini dolaylı olarak arttırmış olacağı için (yani göreli artı değer üretimi artacaktır) üretken addedilecektir.
Bu ikinci tanımda dolaylı etkinin şimdiden incelemeye alınması analitik çerçeveyi bozacaktır.
Bu etki analitik tanıma göre, bilgisayarı bir sonraki dönemde kullanıp daha ‘verimli’ çalışacak işçinin o dönemde sermaye için yaratacağı artı değerde kapsanmış olacaktır. Oysa işlevsel tanıma göre, bu artı değer artışı bilgisayar mühendisine atfedilmelidir. İşlevsellik, analizin zamansal genişlemesini gerektirir;etkinin bir süresi vardır. Ancak işlevsel tanım bu süreyi göz ardı eder ve etkinin kaynağını vurgular.
İşlevsel tanımdan analitik bir hesap beklemek kuramsal açıdan yersizdir.
Bu tanım, kapitalistik alanın genişleme dinamikleri hakkında bilgilendirici olabilir.
Sermayenin toplum üzerindeki dolaylı olarak tahakkümünü arttırma araçlarına işaret edebilir yada sermayenin kendisi için işlevsel olan bazı mekanizmaları piyasalaşmamış toplumsal alanlara kaydırma çabasına işaret etmek için kullanılabilir (örneğin ev içi üretimin aslında göreli artı değer üretimini arttırma etkisinin vurgulanması gibi).
Bu tanım artı değerin analitik yorumu için değil, artı değer üretim alanının sermayeler arası ve sermaye-toplum arası dolaylı bağlantılarla birlikte nasıl genişlediğinin oraya konması için faydalı olabilir.
Bu nedenle analitik bir analiz için kullanmak soyutlama-sorunsal ilişkisinde uyumsuzluk yaratacaktır.
III. Politik Sorunsallar Üzerinden Yapilan Tanımlar
[Burjuva iktisatçilari] “böyle bir ayrim yapmanin güçlü bir toplumsal eleştirme araci olacağini ve kolayca kapitalist düzenin canevine yönelecek bir silaha dönüşebileceğini bilmektedir”(Baran 1957: 116)
Bu görüşe göre iktisadi süreçlere yapilan vurgu, toplumsal dinamiklerin önemli belirleyicisi olan sınıf mücadelesini geri plana itmektedir. Hatta bazen Marksist kuramın siyasi sorunsalı tamamen göz ardı edilmektedir. Marksist tartışmaların yönelimi kapitalizmden sosyalizme geçiş perspektifini kurmak, politik mücadele sürecine olan vurguyu arttırmak doğrultusunda kurulmalıdır.Bu perspektifin 1960’larin sonunda sınıf mücadelesinin yükseldiği bir ortamda gelişmesi (ve 1990’larda neo-liberalizmin hegemonyası altında sınıf mücadelesinin yeni biçimler kazandiği dönemde tekrar kuramsal olarak ortaya çıkması şaşırtıcı değildir.Burada politik tanımlar, sorunsal farklılaşması bakımından kendi içinde, normatif tanımlar ile üüo alanları sınıf mücadelesinin unsuru olduğunu vurgulayan tanımlar olmak üzere ikiye ayrılarak sunulacaktır.
III. a) Normatif Tanım
Emek faaliyetinin üretken olup olmadığı, bu faaliyetin daha ileri bir üretim biçiminde gerekli olup olmadığına göre tanımlanmalıdır. Böylece kapitalizmin parazit/işlevsiz yapıları deşifre edilecek, sosyalizme doğru toplumsal ilerleme projesi somutlaştırılabilecektir.Bu yaklaşım özellikle tekelci kapitalizm kuramcılarınca kullanılmıştır.
Paul A. Baran (1910, Mykolaiv Ukrayna – 1964, Palo Alto, California, USA) Marksist analizleriyle tanınmış Amerikalı iktisat profesörüdür.Emek eğerden ayrıştırılmış "ekonomik artı değer kavramı" ile tanınır.Toplumun gerçekleşen üretimi ile tüketimi rasındaki fark gerçek toplumsal artı değeri (potantial surplus value) verir.Toplumun potansiyel üretim gücü ile halihazırda ne ürettiği arasındaki fark ise potansiyel artı değeri verir.Gelişmekte olan ülkelerde artı değer kavramını incelediği "Büyümenin Ekonomi Politiği" isimli eseri ile dünya çapında tanınmış bir iktisatçıdır.
Paul Baran 1957 tarihli "Büyümenin Ekonomi Politiği" isimli eserinde, II.Dünya Savaşi sonrası benzeri görülmemiş bolluk yıllarında yaşanılan kapasite fazlasına, giderek artan tekelleşme eğilimine, gereksiz ürün çeşitlenmesi ile neden olunan israfa, bir türlü ulaşılamayan tam istihdama dikkat çekerken, insanlığın kapitalizmle ulaşamayacağı ancak sosyalizm ile gerçekleştirebileceği potansiyelleri tanımlamaktadır. Baran’a göre, bir sistemi yine o sistemin kurallarına göre değerlendirmek anlamsız olacağı için ideal bir durumun tahayyülü gereklidir. “Bir sosyo-ekonomik düzenin niteliği konusunda bir yargı vermek için eldeki tek ölçüt, onun, insanin potansiyel varlığını ortaya çıkarıp geliştirmekteki başarısına bakmaktır, objektif akil bunu emrediyor” (Baran Paul, 1974, [1957], Büyümenin Ekonomi Politiği, May Yayınları-s.112).
Objektif akla göre düşünüldüğünde ise şu sonuca ulaşır: “Demek oluyor ki, kapitalist düşünce çerçevesinin ötesinde ve dışında bir noktadan, sosyalist toplum noktasından konuya eğildiğimizde, burjuva ekonomik ve toplumsal düşüncesi açısından temel , verimli ve akla uygun olan, bu yeni görüş açısına göre temelsiz, verimsiz ve israf yaratan bir şey oluyor” (1974: 108).
Baran’in kuramının en önemli referanslarından biri olan “potansiyel ekonomik artık” tanımı içinde, yani eldeki kaynakların akli ve köklü bir toplumsal yeniden örgütlenme süreciyle nasıl değerlendirilebileceğinin ve bu “ideal” yapıda nasıl bir sonuca ulaşılabileceğinin algısı içinde, Ü-ÜOE ayrımı da tanımlanır.
Baran’a göre, üretken olmayan emek tamamen kapitalizme özgüdür. Üretken olmayan alan, “ancak kapitalist sistemin özel koşulları ve ilişkileri içinde bir anlam ifade eden ve akla uygun bir biçimde düzenlemiş ekonomilerde bulunmayacak olan mal ve hizmetler”den oluşur (1974:117). Bu alanin tanımlanması tekelci kapitalizmin akil dişiliğini da tanımlayacaktır.
Ü-ÜOE ayrımının önemi, toplumların kapitalizmden sosyalizme, sosyalizmden komünizme ilerleme süreçlerine dair olmasıdır(1974: 119). Baran’in tanımında,gelirleri ekonomik artığa dayansa bile bilim insanları, sanatçılar, öğretmenler gibi meslek gruplarındaki emekçiler gelecek günlerin mantıksal toplumunun en önemli parçaları olacakları için üretken addedilir.
Joseph Gillman da, Ü-ÜOE ayrımı için benzer biçimde normatif bir tanım benimser. Sosyalist bir ekonomide ihtiyaç duyulmayacak ancak kapitalizm için gerekli olan,pazarlama, ticaret gibi faaliyetleri ve kapitalist piyasayı koruyucu olan kamusal faaliyetleri üretken olmayan alan içine dahil eder (Hunt 1979).
Normatif tanımın genel bir değerlendirmesi için Laibman’a başvurulabilir.Laibman, bu yaklaşımın değer kuramsal kategorilerle ilişkili olmadığını, değer kuramına ihtiyaç duymadığını belirtmektedir (1992: 76). Bu vurgu, analitik tanımlarla politik tanımlar arasındaki sorunsal farkının bir başka anlatımıdır .
Üretken emek-üretken olmayan emek ayrımının tasfiye edilmesini isteyen görüşler; Marksizmin içinde yer alan ancak bu ayrımı reddeden düşünürlerin belki de en radikali Laibman’dir.Üretken olan olmayan ayrımının burjuva iktisadının klasik dönemine özgü bir tartışmanın ürünü olduğunu, Marks’ın bu bakışı eleştirmek için bu kavramlar andığını, bu ayrımın gelişmiş kapitalist ekonomileri anlamak için uygun olmadığını, literatür üzerindeki negatif etkilerinin kurama kazandırdığı getirilerinden fazla olduğunu, bu nedenle de Marksizmden atılıp kurtulunması gerektiğini iddia etmektedir. Olgusal düzeyde açıklamaya ihtiyaç duyulan ayrımların başka kavramlarla yapılmaya devam edilebileceğini de ekler.
(Laibman, David, 1992, Value, Technical Change and Crisis: Explorations in Marxist Economic Theory,Armonk, New York: M. E. Sharpe;Laibman, David, 1999, “Productive and Unproductive Labor: A Comment”, Review of Radical Political Economisc, 31(2): 61-73.Laibman 1992).
Kaynaklar:
"Marksist İktisatta Üretken Emek / Üretken Olmayan Emek Tartışmasına Dair Bir Değerlendirme" Siyasal Bilgiler Fakültesi, Maliye Bölümü, Arş. Gör.
Yiğit Karahanoğulları Mülkiye Cilt: XXX Sayi:250 85-95
Artı değer teorileri; K.Marks
Das Kapital; Francis Wheen
Ücret -- Nasıl ki, pazarda işçinin sattığı şey emeği degil de emek gücü ise, bununla bağlantılı olarak ücret de emeğin değeri değil emek gücünün değeri ya da fiyatıdır. Bunların birbirine karıştırılması ve birbirleri yerine konulması, Marks'a göre, hem varolan ilişkilerin görünmez hale getirilmesi ve hem de tepetaklak bir görünüm içinde gerçekliğin başka türlü gösterilmesi anlamına gelmektedir.
Üretici Güçler -- Marksist ekonomi politiğin temel alt kavramlarından birisidir. Üretici gücler, esas olarak üretim aletleri ve araçlarından meydana gelen bir kavramlaştırmadır. Üretim ilişkileriyle çelişki halinde bulunmaktadır, ve gelişiminin belli bir aşamasında zorunlu olarak değişiklikler talep etmektedir.
Üretici Güçler: Karasaban > Dokuma tezgahı > Fabrika
Üretici güçler ve Üretim ilişkileri kavramları, Marksist metinlerde genelde birarada kullanılırlar ve birbirleriyle ilişki ve çelişki halinde Üretim tarzı denilen kategorinin içeriğini oluştururlar.
Marksist teoriye göre, Üretici gücler(kara saban) gelişmesinin belli bir aşamasında, üretim ilişkilerinin(serf-bey) zorunlu olarak değişmesini dayatırlar ve bunun sonucunda da tüm bir üretim tarzı (feodalite)belirli bir şekilde değişime uğrar(feodalite kapitalizme dönüşür). Üretici gücler burada toplumsal değişimin maddi çekirdeği anlamına gelmektedir.
Marks, Felsefenin Sefaleti adlı kitabında şöyle belirtir;
"Toplumsal ilişkiler, üretici güçlere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yeni üretici güçler sağlamak için, insanlar, kendi üretim biçimlerini değiştirirler; kendi üretim biçimlerini değiştirmek, yaşamlarını kazanma yollarını değiştirmek için de, bütün toplumsal ilişkilerini değiştirirler. Yeldeğirmeni size feodal beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise, sınai kapitalistli toplumu".
Üretim İlişkileri -- Üretici güçler kavramıyla birlikte Marksist teorinin ana kategorilerinden olan Üretim tarzı kategorisinin içeriğini oluşturur. Üretim ilişkilerinin gelişmesi öncelikle üretici güçlerin gelişmesine bağlıdır ve ikinci olarak, üretim ilişkilerinin kendisi de üretici güçlerin gelişimini etkilerler. Bu etki onları hızlandırma ya da yavaşlatma anlamındadır, belirleyici olan sonuçta üretici güçlerdir.
Üretim ilişkileri:
1) Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar(maddi üretici güçler), aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler(üretim ilişkileri) kurarlar;
2) bu üretim ilişkileri, toplumların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. (üretim ilişkilerinin niteliği gelişme düzeyini ortaya koyar)
3) Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut (iktisadi) temeli oluşturur.
4) Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal,siyasal ve entelektüel hayat sürecini (bilinçlerini)koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.
Kabile > Köleci > Feodalite > Kapitalizm
Üretken emek / Üretken olmayan emek – Bu kavram Marx’tan önce klasik iktisatçıların üzerinde durduğu bir kavram olmuştu.Örneğin Adam Smith ,”kilise adamları,avukatlar,doktorlar,kalem erbabı, oyuncular, palyaçolar, müzisyenler, opera şarkıcıları, dansçılar vs.” üretken olmayan emek kategorisine dahil etmişti.Bunların hepsi “başka insanların çalışmasının yıllık ürününün bir kısmı ile geçiniyor idi.
Adam Smith:"Üretken emek fiziksel/ömürlü/kalıcı mal üreten emektir"
“İnsan,3 bir dizi manüfaktür işçisi çalıştırarak zenginleşir;
bir dizi hizmetkar tutmakla yoksullaşır.” (Smith 1985: 271)
Smith’e göre üretken emek, maddi bir varlık yaratan, dayanıklı mal üreten emektir. Sadece fiziksel değeri, gerçek değer olarak gören tanımdır bu. Smith,ulusal zenginliğin artmasının koşulu olarak manüfaktür üretimin artmasını ve sermaye birikimin sağlanmasını görmektedir. İşte bu noktada şu tespiti yapar; sermayenin birikebilmesini sağlayacak şeyler aristokratik şatafatlar değil, ömürlü/kalıcı metalardır.Hizmetkarların emeği değer üretmez, üretilen değerden eksilme yaratır. Dayanıklı malların üretilmesi yani üretken harcamaların artması toplum zenginliğinin artmasının temel koşuludur.
Marx: "Üretken emek muhakkak fiziksel herhangi bir şey yaratan emek değildir(ama artı değer yaratan emektir)"
Fakat bu ayrım gerçekten o denli berrak ve basit midir? Marx akla gelebilecek her mesleğin üretken olabileceğini önerir ve bunu kanıtlamak için görünürde saçma bir örnekle yola koyulur:
“Filozof fikir üretir,şair şiir,rahip vaiz,profesör kitap vs. Bir mücrim (suçlu) ise cürüm(suç) üretir.Bu son üretim dalı ile bir bütün olarak toplum arasındaki bağlantıya biraz daha yakından bakarsak bir çok önyargıdan kurtulacağız.Mücrim yalnızca cürüm değil fakat aynı zamanda ceza hukukunu ve onunla birlikte ceza hukuku dersi veren profesörü ve buna ek olarak bu aynı profesörün derslerini “meta” biçiminde piyasaya sürme aracı olan kaçınılmaz kitabı üretir.”
Mücrim ayrıca tüm polisi ve ceza hukukunu,yargıçları,infaz memurlarını, jürileri vb üretir ve toplumsal işbölümünün aynı sayıdaki kategorilerini oluşturan bütün bu fraklı iş kolları insan ruhunun farklı kapasitelerini geliştirir,yeni gereksinimleri ve onları karşılamanın yeni yollarını yaratır.Tek başına işkence bile en akla gelmez mekanik icatlara yol açmıştır ve aletlerini üretmekte çok sayıda saygıdeğer zanaatkarı istihdam etmiştir. Mücrimin üretken gücün gelişimindeki etkileri ayrıntılı olarak gösterilebilir.Hırsızlar olmasaydı acaba kilitler bu günkü mükemmellik derecesine erişebilecek miydi?Kalpazanlar olmasaydı banknot yapımı bu günkü mükemmellik derecesine erişebilecek miydi?...Ve özel cürüm alanını terk edersek:Ulusal cürüm olmasaydı dünya pazarı hiç var olur muydu?Gerçekten uluslar bile ortaya çıkar mıydı?Ve ta Adem’den beri Günah Ağacı aynı zamanda bilgi ağacı olmamış mıydı?
Das Kapital Francis Wheen s.72-73; Üretken Emeğin Tanımları:
I.Analitik Tanım:Üretken emek artı değer üreterek sermaye birikimini sağlayan emekdir. "Analitik" açıdan yapılan bu tanıma göre, Marksist çözümlemenin ve Marksist iktisadin sorunsalı kapitalist sermaye birikiminin (ve büyümenin) dinamiklerini anlamaktir ve Marksist kuramin sermaye birikimini anlamaya yönelik temel soyutlamasi da “artı değer” kavramidir. İşte Ü-ÜOE kategorilerine bu noktada ihtiyaç duyulmaktadir. Zira bütün emek kaegorileri artı değer üretmemektedir. Bazi kategoriler ekonomide fiyat büyüklükleri yaratsa da artı değer üretmezler. Yalnizca artı değer üreten faaliyetler üretken olarak değerlendirilmelidir. Üretken emek kavrami tarihsel bir perspektife oturmaktadir.
Marks, "burjuva aklının dar kafalılığı, sermaye için üretken olan emek ile genel olarak üretken olan emeği birbirine karıştırır!"
Tarihselliğinden kopardığımızda “herhangi bir şey üreten emek” üretken olacaktir, oysa kapitalist üretim tarzı için işlevsel olan, onun devamlılığını sağlayan emek farklıdır ve bu nedenle sermaye açısından üretken olan emek genel anlamda üretken olan emek değildir (Gough Ian, 1972, “Marx’s Theory of Productive and Unproductive Labour”, New Left Review 76,Kasım/Aralık: 47-72.).
Ian Gough-Professor of Social Policy
Bath Üniversitesi/UK
Sosyal ve siyasal bilimler bölüm öğretim üyesi
Analitik bakışa göre üretken emek kullanım değeri değil (ki kullanım değeri üretmesi hasebi ile toplumsal yeniden üretim içinde işlevselliğe sahiptir) artı değer üreten emektir.
İşte bu nedenle analitik bakış, emeğin ürettiği malın kullanım değerini Ü-ÜOE ayrımı için kriter olarak almaz. Yani emeğin yarattığı değerin, toplumsal yeniden üretim içindeki işlevselliğine bakmaz; sermaye için artı değer üretiyor olmasıdır önemli olan.
Dolaşım emeği, sermayenin çevriminin tamamlanması için işlevsel olsa da, sermayeye kâr sağlıyor olsa da, yapılan iş sadece var olan geçerli değerin el değiştirmesini sağlamak olması itibariyle yani yeni bir artı değer yaratmaması itibariyle üretken değildir.
Ayni şey, finansal hizmetler için de geçerlidir. Sermaye için fayda yaratıyor olsa da bu hizmetler sadece var olan artı değerin el değiştirmesine dairdir.
Depolama ve ulaşim hizmetleri gibi faaliyetler ise, üretim sürecinin bu alanlarda devam ediyor olması koşuluyla üretkendir. Örneğin, depolanırken ürüne nihai formu veriliyorsa yada ulaşım yolu ile ürünün kullanım değeri (başka bir noktada tüketilmesine olanak sağlanması) şekilleniyorsa, bu faaliyetler üretken olacaktır. Mal yada hizmet üretiliyor olması, emeğin kafa emeği yada kol emeği olması artı değer üretiliyor olup olmamasının belirleyicisi olmadığı için ü-üoe ayrımı için anlamlı kriterler değildir.
Üretken olmayan emek sömürüye tabi olabilir mi?
Ücretli emek olmaları itibariyle ve emek güçlerini piyasada satmaları itibariyle üretken emek de, üretken olmayan emek de sömürü ilişkisine tabiidir. Yani üretken olmayan emek artı değer yaratmamasına rağmen sömürülmektedir.
Anlatımı kolaylaştırmak için söyle bir örnek verilebilir. İnşaatı yeni tamamlanmış bir apartmanda satılmaya hazır daireler olduğunu ve bir emlakçinin bu dairelerin satışını gerçekleştirdiğini düşünelim. Bu örnekte inşaatın tamamlanmasında çalıştırılan işçi üretken emek, emlakçinin yanında çalışan işçi ile birlikte emlakçi ise üretken olmayan emektir.
Zira, emlakçilik faaliyeti yeni bir değer üretmemektedir, daha önce üretilmiş değerin (inşaat işçisinin artı değeri) mülkiyet değiştirmesini (dairenin müteahhidin mülkiyetinden, konut sahibi olmak isteyen bireyin mülkiyetine geçmesini) sağlamaktadır. Mülkiyet değiştirmeyi bir kullanım değeri olarak alırsak, bu kullanım değerini üreten emek, emlakçının yanında çalışan işçinin emeği olacaktır. Bu işçi günde 10 saat çalışmakta, ancak emeğinin karşılığı olarak 4 saatlik bir ücret değeri almakta ise, 6 saatlik emek karşılığı sömürülüyor olacaktır. Burada emlakçinin kâri ve işçinin ücreti, daha önce yaratılmış bir artı değer havuzundan karşılanacaktır.Örnekte de görüldüğü gibi, üretken olmayan sektörün kâri ve üretken olmayan emeğin ücreti, artı değer kitlesinin yeniden bölüşümü ile sağlanmaktadır.
Tek tek sermayenin kârlılıklarını arttırmak yada rekabet nedeniyle kârlılıklarının düşmesine engel olmak için üretken olmayan (pazarlama, reklam, finans gibi) emek kategorileri önemli işlevler yerine getirmektedir. Bu nedenle, sermayeler arası rekabetin artması ile birlikte, üretken olmayan alanın genişlemesi eğilimi ortaya çıkacaktır Bütün olarak üretken olmayan alanın genişliyor olması, sermaye birikimi üzerinde olumsuz bir baskı yaratacak kar oranlarında düşme görülebilecektir.
İşte bu nedenle, ü-üo emek ayrımının yukarıda özetlendiği gibi “sermaye için artı değer üretimi” kriteriyle yapılıyor olması, kapitalist birikimin incelenebilmesi için işlevsel ve analitik bir çerçeve sunmaktadır. Ü-üoe ayrımı sermaye birikimine ayrılabilecek artı değerin azalması ile, kâr oranlarının düşme eğilimiyle, kamunun ekonomiye müdahalesiyle, uluslararası ticaret ve sermaye hareketleriyle ilişkili analitik bir çerçevedir (Moseley 1991, Leadbeater 1985, Shaikh ve Tonak 1994, Mohun 1999, Savran ve Tonak 1999.)
II. İşlevsel Ü-ÜOE tanımı
Emekçinin tüketim mallarını doğrudan yada dolaylı olarak besleyen bütün sektörler, dolaylı olarak emek gücünün yeniden üretimine giren mal ve hizmetler, göreli (nisbi) artı değeri değiştiren faaliyetler üretken olarak değerlendirilir.
Üretkenliğin bu tanımı emek verimliliğini arttırıcı bütün üretim faaliyetlerini kapsadığıi için, ücretli emek dışındaki, kendi hesabına çalışanlar ve hatta kapitalistik olmayan faaliyetlerin de (kamusal hizmetler gibi) bu tanıma dahil edilmesinin önü açılır.
Jacques Gouverneur’a göre sadece profesyonel olmayan işler üretken olmayan alana dahil edilmelidir. Böylece Gouverneur, üüo ayrımını benimsemekle birlikte, kârlılık açısından işlevselliği üzerinden üretken alanın tanımını olabildiğince genişletmektedir. Dolaşım ve denetim emeğinin de kapitalist toplumun toplam gelirine bir katkı yaptığını bu faaliyetlerin artıyor olmasının geliri azaltmayacağını ve kapitalist büyüme için bir engel teşkil etmediğini savunur (Gouverneur, Jacques, 1990, “Productive Labour, Price/Value Ratio and Rate of Surplus Value: Theoretical Viewpoints and Empirical Evidence”, Cambridge Journal of Economics, 14: 1-27.Gouverneur 1990).
"Kapitalizm ve Kriz", Jacques Gouverneur; E. K. Hunt, üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesini sağlayan, kapitalizmin yasal,kurumsal ve ideolojik temellerini teşkil eden savunma, eğitim gibi alanların emek gücünün yeniden üretimini etkilediğine ve kârlılığı belirlediğine ve bu nedenle üretken olmayan alana dahil edilmesinin anlamsızlığına dair vurgu yapar (Hunt 1979).
Bu nokta, kullanım değerinin işin içine girmesi nedeniyle, analitik tanımın analitik niteliğinin bozulmaya başladığı noktadır. Yine bir örnekle, bu sefer analitik tanım ile işlevsel tanım arasındaki farkı netleştirmeye ve kısaca işlevsel tanımın değerlendirmesini yapmaya çalışalım:
Fabrikada istihdam edilen bir bilgisayar mühendisinin, üretimde verimliliği arttıracak yeni bir bilgisayar programı tasarladığını düşünelim.
Analitik tanıma göre,bu mühendis yarattığı üründen bağımsız olarak, ücretli emekçi olması ve sermaye için artı değer üretmesi itibariyle üretkendir.
İkinci tanıma(işlevsel) göre ise mühendis hem sermaye için satılabilir bir bilgisayar yaratmış olması dolayısı ile hem de daha sonra bu bilgisayari kullanacak olan işçilerin verimliliğini dolaylı olarak arttırmış olacağı için (yani göreli artı değer üretimi artacaktır) üretken addedilecektir.
Bu ikinci tanımda dolaylı etkinin şimdiden incelemeye alınması analitik çerçeveyi bozacaktır.
Bu etki analitik tanıma göre, bilgisayarı bir sonraki dönemde kullanıp daha ‘verimli’ çalışacak işçinin o dönemde sermaye için yaratacağı artı değerde kapsanmış olacaktır. Oysa işlevsel tanıma göre, bu artı değer artışı bilgisayar mühendisine atfedilmelidir. İşlevsellik, analizin zamansal genişlemesini gerektirir;etkinin bir süresi vardır. Ancak işlevsel tanım bu süreyi göz ardı eder ve etkinin kaynağını vurgular.
İşlevsel tanımdan analitik bir hesap beklemek kuramsal açıdan yersizdir.
Bu tanım, kapitalistik alanın genişleme dinamikleri hakkında bilgilendirici olabilir.
Sermayenin toplum üzerindeki dolaylı olarak tahakkümünü arttırma araçlarına işaret edebilir yada sermayenin kendisi için işlevsel olan bazı mekanizmaları piyasalaşmamış toplumsal alanlara kaydırma çabasına işaret etmek için kullanılabilir (örneğin ev içi üretimin aslında göreli artı değer üretimini arttırma etkisinin vurgulanması gibi).
Bu tanım artı değerin analitik yorumu için değil, artı değer üretim alanının sermayeler arası ve sermaye-toplum arası dolaylı bağlantılarla birlikte nasıl genişlediğinin oraya konması için faydalı olabilir.
Bu nedenle analitik bir analiz için kullanmak soyutlama-sorunsal ilişkisinde uyumsuzluk yaratacaktır.
III. Politik Sorunsallar Üzerinden Yapilan Tanımlar
[Burjuva iktisatçilari] “böyle bir ayrim yapmanin güçlü bir toplumsal eleştirme araci olacağini ve kolayca kapitalist düzenin canevine yönelecek bir silaha dönüşebileceğini bilmektedir”(Baran 1957: 116)
Bu görüşe göre iktisadi süreçlere yapilan vurgu, toplumsal dinamiklerin önemli belirleyicisi olan sınıf mücadelesini geri plana itmektedir. Hatta bazen Marksist kuramın siyasi sorunsalı tamamen göz ardı edilmektedir. Marksist tartışmaların yönelimi kapitalizmden sosyalizme geçiş perspektifini kurmak, politik mücadele sürecine olan vurguyu arttırmak doğrultusunda kurulmalıdır.Bu perspektifin 1960’larin sonunda sınıf mücadelesinin yükseldiği bir ortamda gelişmesi (ve 1990’larda neo-liberalizmin hegemonyası altında sınıf mücadelesinin yeni biçimler kazandiği dönemde tekrar kuramsal olarak ortaya çıkması şaşırtıcı değildir.Burada politik tanımlar, sorunsal farklılaşması bakımından kendi içinde, normatif tanımlar ile üüo alanları sınıf mücadelesinin unsuru olduğunu vurgulayan tanımlar olmak üzere ikiye ayrılarak sunulacaktır.
III. a) Normatif Tanım
Emek faaliyetinin üretken olup olmadığı, bu faaliyetin daha ileri bir üretim biçiminde gerekli olup olmadığına göre tanımlanmalıdır. Böylece kapitalizmin parazit/işlevsiz yapıları deşifre edilecek, sosyalizme doğru toplumsal ilerleme projesi somutlaştırılabilecektir.Bu yaklaşım özellikle tekelci kapitalizm kuramcılarınca kullanılmıştır.
Paul A. Baran (1910, Mykolaiv Ukrayna – 1964, Palo Alto, California, USA) Marksist analizleriyle tanınmış Amerikalı iktisat profesörüdür.Emek eğerden ayrıştırılmış "ekonomik artı değer kavramı" ile tanınır.Toplumun gerçekleşen üretimi ile tüketimi rasındaki fark gerçek toplumsal artı değeri (potantial surplus value) verir.Toplumun potansiyel üretim gücü ile halihazırda ne ürettiği arasındaki fark ise potansiyel artı değeri verir.Gelişmekte olan ülkelerde artı değer kavramını incelediği "Büyümenin Ekonomi Politiği" isimli eseri ile dünya çapında tanınmış bir iktisatçıdır.
Paul Baran 1957 tarihli "Büyümenin Ekonomi Politiği" isimli eserinde, II.Dünya Savaşi sonrası benzeri görülmemiş bolluk yıllarında yaşanılan kapasite fazlasına, giderek artan tekelleşme eğilimine, gereksiz ürün çeşitlenmesi ile neden olunan israfa, bir türlü ulaşılamayan tam istihdama dikkat çekerken, insanlığın kapitalizmle ulaşamayacağı ancak sosyalizm ile gerçekleştirebileceği potansiyelleri tanımlamaktadır. Baran’a göre, bir sistemi yine o sistemin kurallarına göre değerlendirmek anlamsız olacağı için ideal bir durumun tahayyülü gereklidir. “Bir sosyo-ekonomik düzenin niteliği konusunda bir yargı vermek için eldeki tek ölçüt, onun, insanin potansiyel varlığını ortaya çıkarıp geliştirmekteki başarısına bakmaktır, objektif akil bunu emrediyor” (Baran Paul, 1974, [1957], Büyümenin Ekonomi Politiği, May Yayınları-s.112).
Objektif akla göre düşünüldüğünde ise şu sonuca ulaşır: “Demek oluyor ki, kapitalist düşünce çerçevesinin ötesinde ve dışında bir noktadan, sosyalist toplum noktasından konuya eğildiğimizde, burjuva ekonomik ve toplumsal düşüncesi açısından temel , verimli ve akla uygun olan, bu yeni görüş açısına göre temelsiz, verimsiz ve israf yaratan bir şey oluyor” (1974: 108).
Baran’in kuramının en önemli referanslarından biri olan “potansiyel ekonomik artık” tanımı içinde, yani eldeki kaynakların akli ve köklü bir toplumsal yeniden örgütlenme süreciyle nasıl değerlendirilebileceğinin ve bu “ideal” yapıda nasıl bir sonuca ulaşılabileceğinin algısı içinde, Ü-ÜOE ayrımı da tanımlanır.
Baran’a göre, üretken olmayan emek tamamen kapitalizme özgüdür. Üretken olmayan alan, “ancak kapitalist sistemin özel koşulları ve ilişkileri içinde bir anlam ifade eden ve akla uygun bir biçimde düzenlemiş ekonomilerde bulunmayacak olan mal ve hizmetler”den oluşur (1974:117). Bu alanin tanımlanması tekelci kapitalizmin akil dişiliğini da tanımlayacaktır.
Ü-ÜOE ayrımının önemi, toplumların kapitalizmden sosyalizme, sosyalizmden komünizme ilerleme süreçlerine dair olmasıdır(1974: 119). Baran’in tanımında,gelirleri ekonomik artığa dayansa bile bilim insanları, sanatçılar, öğretmenler gibi meslek gruplarındaki emekçiler gelecek günlerin mantıksal toplumunun en önemli parçaları olacakları için üretken addedilir.
Joseph Gillman da, Ü-ÜOE ayrımı için benzer biçimde normatif bir tanım benimser. Sosyalist bir ekonomide ihtiyaç duyulmayacak ancak kapitalizm için gerekli olan,pazarlama, ticaret gibi faaliyetleri ve kapitalist piyasayı koruyucu olan kamusal faaliyetleri üretken olmayan alan içine dahil eder (Hunt 1979).
Normatif tanımın genel bir değerlendirmesi için Laibman’a başvurulabilir.Laibman, bu yaklaşımın değer kuramsal kategorilerle ilişkili olmadığını, değer kuramına ihtiyaç duymadığını belirtmektedir (1992: 76). Bu vurgu, analitik tanımlarla politik tanımlar arasındaki sorunsal farkının bir başka anlatımıdır .
Üretken emek-üretken olmayan emek ayrımının tasfiye edilmesini isteyen görüşler; Marksizmin içinde yer alan ancak bu ayrımı reddeden düşünürlerin belki de en radikali Laibman’dir.Üretken olan olmayan ayrımının burjuva iktisadının klasik dönemine özgü bir tartışmanın ürünü olduğunu, Marks’ın bu bakışı eleştirmek için bu kavramlar andığını, bu ayrımın gelişmiş kapitalist ekonomileri anlamak için uygun olmadığını, literatür üzerindeki negatif etkilerinin kurama kazandırdığı getirilerinden fazla olduğunu, bu nedenle de Marksizmden atılıp kurtulunması gerektiğini iddia etmektedir. Olgusal düzeyde açıklamaya ihtiyaç duyulan ayrımların başka kavramlarla yapılmaya devam edilebileceğini de ekler.
(Laibman, David, 1992, Value, Technical Change and Crisis: Explorations in Marxist Economic Theory,Armonk, New York: M. E. Sharpe;Laibman, David, 1999, “Productive and Unproductive Labor: A Comment”, Review of Radical Political Economisc, 31(2): 61-73.Laibman 1992).
Kaynaklar:
"Marksist İktisatta Üretken Emek / Üretken Olmayan Emek Tartışmasına Dair Bir Değerlendirme" Siyasal Bilgiler Fakültesi, Maliye Bölümü, Arş. Gör.
Yiğit Karahanoğulları Mülkiye Cilt: XXX Sayi:250 85-95
Artı değer teorileri; K.Marks
Das Kapital; Francis Wheen