K
Kapsam geçerliği [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Bir ölçümün bir kavramın farklı anlamlarını kapsaması.
Katılımcı eylem araştırması [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Hakkında araştırma yapılan deneklere araştırmanın amacı ve prosedürünün kontrolünü vermeyi savunan sosyal araştırma yaklaşımı.
Kavramsallaştırma [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Bir terim kullanıldığında ne demek istendiğinin tanımlanması süreci.
Kendisi için Varlık-Fürsichsein (Hegel), "Kendine sonsuz dönüş" olarak, öbür-Varlık'ın yadsınması olarak tanımlar. Kendisi-için-Varlık, kendisini, kendisi olmayan her şeyden soyutlar. Hegel, Görüngübilim'de, "bu arı kendisi-için-Varlık soyutlaması"nın sözünü eder.
Kıta Sistemi — ya da kıta ablukası — 1806'da Napoléon I tarafından ilan edilmişti ve Avrupa kıtasındaki ülkelerle Büyük Britanya arasında ticareti yasaklıyordu. Napoléon'un Rusya'daki yenilgisinden sonra kaldırılmıştır.
Kiliast (Yunanca "bin" anlamına gelen "khilias" söcüğünden) — İsa'nın bir ikinci kez yeryüzüne geleceğine ve bin yıllık bir hükümdarlık kuracağına ve o zaman, adalet, evrensel eşitlik ve refahın muzaffer olacağına ilişkin gizemli bir din inanışının savunucuları.
Kodlama [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Ham veriyi standart forma dönüştürme süreci.
Komünizm (Ing. Communism, Fr. Communisme, A/m. Kommunismus) – Marx, komünizmden -bu sözcük 1830'ların ortalarında, Paris'teki devrimci gizli örgütlerden kaynaklanmıştır- iki farklı ama birbiriyle ilgili anlamda söz etmektedir: kapitalist toplumda işçi sınıfının fiili bir devrimci hareketi olarak ve işçi sınıfının kendi verdiği mücadele yoluyla oluşturacağı bir toplum biçimi olarak. Birinci anlamı için -ki muhtemelen, sadece Lorenz von Stein'in (1842) proletarya ve komünizm hakkında (bunların "bütün bir sınıfın tepkisi" olduğu yolundaki) değerlendirmesinden değil, ayrıca kendisinin Ligue des ]ustes'teki Fransız komünistleriyle olan kişisel temaslarından da etkilenmiştir- Marx, "tüm tarihsel gelişme, hem komünizm gerçek oluşumu (ampirik varoluşunun ortaya çıkışı)ve hem de düşünce düzeyindeki bilinçliliği, komünizmin derinlemesine kavranmış ve bilinçli oluş sürecidir" diye yazmıştır (Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları 3. Elyazması). Birkaç yıl sonra, Komünist Manifesto'da Engels'le birlikte, "Komünistler(in) diğer işçi sınıfı partilerinden ayrı bir parti oluşturma(dıklarını) ... bir bütün olarak proletaryanın dışında ve ondan ayrı çıkarlarının bulunma(dıgını)" ve sadece sürekli olarak "bütün proletaryanın ortak çıkarlarını” vurgulamakla ve "bütün hareketin çıkarlarını” temsil ettiğini belirtmekle ayrıldıklarını belirtmişlerdir.
19. yüzyılın ikinci yansında sosyalizm ve komünizm terimleri, birincisi her ne kadar daha yaygın biçimde kullanılıyorsa da, genelde, işçi sınıf hareketine işaret eden eşanlamlı sözcükler olarak kullanılıyordu. Marx ve Engels, bir dereceye kadar bu kullanıma bağlı kalmışlar ve hatta Engels'in 1894'te, (sosyal demokrat) "sözcüğü kabul edilecektir", ama bu sözcük "ekonomik programı genelde sadece sosyalist değil, özgüllükle komünist ve nihai siyasal amacı bir bütün olarak devleti ve dolayısıyla demokrasiyi de alt etmek olan bir parti" için yine de elverişsizdir (Volkstaat'taki yazılarından yapılan bir derlemenin önsözü) diyerek bazı çekinceleri ifade etmesine rağmen, "Sosyal Demokrat" adına bile önemli bir itirazda bulunmamışlardır.
Ancak 1917'den, Üçüncü (Komünist) Enternasyonal'in kurulmasından ve ayrı Komünist partilerin diğer işçi sınıfı partileriyle kıyasıya bir çatışmaya girmesinden sonra komünizm terimi yeniden, aşamalı reform temeline dayalı, daha barışçı ve anayasal bir hareket olarak sosyalizme karşı, kapitalizmin şiddete dayanılarak ortadan kaldırılmasını amaçlayan devrimci bir eylem biçimi olarak anlaşıldığı 19. yüzyıl ortalarındakine benzeyen oldukça ayrı bir anlam kazanmıştır.
Daha sonra ise özellikle de Stalinizm döneminde - komünizm bir başka anlam daha kazanmıştır: bu yeni anlamıyla komünizm, Marksist kuramın veya siyasal stratejinin açıkça tartışılmasının engellendiği ve diğer ülkelerdeki komünist partilerin az ya da çok Sovyet partisinin egemenliğine girmesiyle nitelenen otoriter partilerce yürütülen bir harekettir. İşte bu anlamdadır ki komünizm, sadece Marksizm’e karşı olanlar tarafından (gayet doğal olarak) incelenip eleştirilmekle kalmayan, birçok Marksist tarafından da incelenip eleştirilen, 20. yüzyıldaki belirgin bir siyasal hareket diye görülebilmektedir.
Claudin (1975), Komintern'in 1930'lardaki (Almanya'da o dönemdeki halk cephelerinde ve Çin'de) izlediği politikalardaki başarısızlıkları ve Yugoslav ayrılmasından, Doğu Avrupa'daki ayaklanmalardan ve Çin'le olan kavgadan sonra Sovyet etkisindeki azalışı incelediği bir çalışmada, komünist hareketin bozuluşuna ilişkin en derinlikli açıklamalardan birini ortaya koymuştur. "Stalin'in ölümüyle", Claudin'in vardığı sonuca göre, "komünist hareket tarihsel gerileme süreci içine girmiştir".
Buna birçok bakımlardan benzeyen, Doğu Avrupa içinden yazılımı ve dünyanın bu bölgesinde yaşayabilir bir sosyalist projeyi yeniden kurmak için yollar gösteren bir çözümleme de, Bahro'nunkidir (1978). Batı Avrupa'da komünist hareketin bunalımı, Batılı demokratik kurumların tarihsel evriminin değerini vurgulayışında ve sosyal demokrasiyle olan geçici uzlaşmasında, siyasal eğilimler olarak komünizm ile sosyalizm arasındaki keskin ayrılıgın bir kez daha incelenmesine ve ortadan kaybolmaya yönelmesine olanak sağlayacak yeni bir evrenin başlangıcını belirtiyor gibi görünen AVRUPA KOMÜNİZMİ'ni doğurmuş ve ayrıca bu hareket içinde de ifadesini bulmuştur.
Komünizmin bir toplum biçimi olarak ikinci anlamı, Marx tarafından hem erken hem geç dönem metinlerinde çeşitli vesilelerle, ama Marx'ın "gelecekteki mutfaklar için (Comteçu) tarifler" yazma konusunda hiçbir niyeti olmadığını" belirtmesi nedeniyle, sadece çok genel terimlerle tartışma konusu yapılmıştır.
1844 Elyazmalarında (Üçüncü Elyazması) Marx, "Komünizm özel mülkiyetin insanın kendine yabancılaşmasının” kesin olarak ortadan kaldırılışı ve dolayısıyla da insan doğasının gerçek ediniminin insanla ve insan için sağlanışıdır. Bundan ötürü de, komünizm, insanın sosyal, yani gerçekten insani bir varlık olarak kendine dönüşüdür; bu, önceki tüm gelişmenin zenginliğini kendi içinde eriten tamamlanmış ve bilinçli bir kendine dönüştür" demiştir.
Daha sonra, Engels'le birlikte, bu kavrama, komünist bir toplumun önkoşulları olarak sınıfların ve işbölümünün yok edilişini belirleyerek daha kesin bir sosyolojik anlam vermişlerdir: nitekim, Alman İdeolojisi’nde (cilt I, bL. IC) Marx böyle bir topluma erişebilmek için bireylerin "bu maddi güçler üzerinde kendi denetimlerini yeniden kurma(larının) ve işbölümünü ortadan kaldırma(larının)" gerekli olacağını ileri sürmüştür. "Bu da bir topluluk olmaksızın olanaksızdır... Bugüne kadar, bireylerin bir araya geldikleri aldatıcı topluluklar, hep bireylerden ayrı bağımsız bir varoluşa sahip olmuştur ve bu topluluklar, bir sınıfın diğerine karşı olması nedeniyle, ege-menlik altında tutulan sınıf için, sadece bütünüyle aldatıcı bir topluluğu değil, ayrıca yeni bir prangayı da ifade etmiştir. Hakiki bir toplulukta bireyler kendi birliktelikleri içinde ve bu birliktelik yoluyla kendi özgürlüklerini elde ederler."
Marx ve Engels, -özel mülkiyetin, sınıf ayrımlarının ya da yaygın bir işbölümünün bulunmadığı - ilkel kabile toplumlarını, bu anlamda da ilkel komünizm diye adlandırmışlardır.
Marx, sonraki yapıtlarında, gelecekteki komünist toplumun ekonomik niteliğini "birleşmiş üreticilerin toplumu" olarak Kapital III de (bL. 48) ekonomik alandaki özgürlüğün sadece "toplumsallaşmış insanlığın, birleşmiş üreticilerin, doğayla olan ilişkilerini, bilinmeyen bir güç olarak onun egemenliği altında bulunmak yerine, doğayı kendi ortak denetimlerine tabi kılarak rasyonel bir biçimde düzenlemeleri gerçegi"nde oluşabileceğini ileri sürerek vurgulamıştır.
Marx, sadece Gotha Programının Eleştirisi'nde komünist toplumun iki aşamasını birbirinden ayırt etmiştir:
Kapitalist toplumun içinden çıkarak oluştuğu ilk evre ki, bu evrede bireye emeğinin karşılığı ödenmekte ve o da tüketim mallarını satın almaktadır (yani DEĞİŞİM sürmektedir);
daha yüksek bir evrede ise kişi topluma yeteneğine göre katkıda bulunmakta ve ortak üründen kendi gereksinimlerine göre pay almaktadır.
Bu iki evrenin "sosyalizm" ve "komünizm" olarak betimlenmesine Lenin, "Devlet ve Devrim"de yaygınlık kazandırmıştır.
Ancak bu, SSCB'deki ve Doğu Avrupa'nın diğer ülkelerindeki resmi ağızlar her iki aşamaya atıfta bulunmakla birlikte, Marksistler arasındaki, aslında var olan sosyalist ülkelerdeki gerçek deneyimlerden kaynaklanan iki sorunla ilgili olan bugünkü tartışmaların odak noktası değildir. Bu sorunlardan ilki sosyalist bir sistemde piyasanın rolünü ya da daha doğrusu, piyasa ilişkilerinin giderek artan biçimde sisteme dâhil olmasıyla "bir sosyalist piyasa ekonomisinin” etkili biçimde işlemesi sorunudur ki, bu tür bir ekonominin hem üretimde ve bölüşümde kaynakların daha akılcı dağılımı ile daha büyük bir ekonomik verimliliği ve hem de karar almayı "özyönetim"e dayanan her türden kamu girişimlerine ve küçük ölçekli özel mülkiyete konu olan işletmelere bırakan esaslı bir ademi merkezileşmeyi ortaya çıkaracağı düşünülmektedir (bkz. özellikle Brus 1972, 1973). Bu nokta, yine de, bugün ayrıca gelişmiş kapitalist ülkelerin de bir özelliği olmakla birlikte, gayri safi milli hâsılanın büyük bir bölümünü yaygın sosyal hizmetler biçiminde, piyasaya dayalı olmayan yollarla dağıtmanın sürdüğü bağlam içinde değerlendirilmelidir.
İkinci sorun Marx'ın, komünist toplumda insan gereksinimleri ve insan emeğinin bu gereksinimleri karşılamaya yetecek biçimde örgütlenişi hakkındaki görüşüdür ki, bu gelecekteki toplumsal düzene ilişkin Marksist kavrayışlara bulanık bir arka plan sağlamış olmasına rağmen, son yıllara gelinceye dek, sosyalizmin pratik sorunlarıyla ilişkili bir biçimde açıkça pek ele alınıp incelenmemiştir.
Önemli bir incelemede (Heller 1976), Marx'ın kendi kavrayışındaki bazı tutarsızlıklara işaret edilmiştir. Emeğin yabancılaşması (emeğin dışsal olarak zorlanmış niteliği), Grundrisse'de giderilmiş ve ayrıca emek, travail attractif (çekici iş), yaşamsal bir gereksinim haline getirilmiştir, çünkü "tüm emek esasen zihinsel emek haline, insan kişiliğinin kendini gerçekleştirme alanı haline gelmektedir", ancak Kapital'de (III, BL. 48), yabancılaşmanın sona ermesine rağmen, emek travail attractif haline gelmemektedir, çünkü "maddi üretim alanı ... bir zorunluluk dünyası olmayı sürdürmektedir" ve "hakiki özgürlük dünyası" ancak bu (zorunluluk dünyasının) ötesinde, boş zaman içinde başlamaktadır. Dolayısıyla, birleşmiş üreticilerin toplumunda bir zorunlu çalışma (yani bir sınırlama) varlığını sürdürmektedir.
Heller, sorunun bir çözümünün Marx'ın kendi yapıtı içinde, bu tür toplumda yeni bir "gereksinim yapısının” ortaya çıkacağı ve gündelik yaşamın üretken emek ve maddi tüketim temelinde değil de, kendi içinde amaç niteliğinde olan ve öncelikli gereksinimler haline gelen etkinliklerle insan ilişkileri temelinde kurulacağı fikrinde bulunduğunu ileri sürmektedir. Ancak, yine Heller, bir yanda üretim alanındaki "hakiki toplumsal gereksinimlerin” neler olduğunu tespit etmekteki ve üretim kapasitesinin nasıl dağıtılması gerektiğine (ki komünist toplumun, olması gerektiği gibi, dünya ölçekli bir toplum olarak kavranması halinde çok daha da şaşırtıcı ölçülere ulaşacak bir sorundur) karar vermekte herkesin payının olmasını sağlamaktaki yoğun güçlüğün; diğer yanda da, Marx'ın yeni gereksinimler sistemi hakkındaki düşüncelerinin ütopik ama bugünkü yaşamın niteliğini ölçmekte bir kural getirdikleri ölçüde de verimli olduğunun farkındadır. Benzer bir biçimde, Marksizm’in esaslı yenilikler doğrultusundaki temel beklentilerinin, bugün var olduğu biçimiyle sosyalist toplumla olan eleştirel karşıtlığında yer aldığını düşünen Stojanoviç (1973), gelişmiş bir sosyalist toplumu inşa etmenin "ancak olgun komünizm açısından" yani, ahlaki (hatta ütopik) bir kural açısından "yaklaşıldığında mümkün olduğu(nu)" ileri sürmektedir.
Sosyalizm ile komünizmin "aşağı" ve "yukarı" aşamalar olarak ayrılması, gelecekteki bir sınıfsız topluma ilişkin yakın zamanlardaki Marksist tartışmalar içinde öneminden pek çok şey yitirmiştir ve aslında basitleştirme gibi görünmektedir. Böyle bir topluma doğru hareket, bugün için önceden görülmesi pek de mümkün olmayan birçok aşamalardan geçebilir ve böyle bir hareket ayrıca kesilmelere ve gerilemelere de maruz kalabilir.
Tanışmaya katılanların çoğu için şu anda önemli görünen, hem kapitalist, hem sosyalist ülkelerde var olan toplumsal kurumların, pratiklerin ve kuralların, Marx'ın idealine doğru gelişme bakımından içlerinde taşıdıkları potansiyeller açısından, sosyalist bir toplumun ahlaki normlarının daha titiz bir incelemesini de içine alan daha derin bir deneysel ve eleştirel incelemesidir. Wellmer'in "özgürleşmenin ekonomik olarak temellendirilmiş mekanizma"sı kavramını reddeden ve "sosyalist demokrasiyi, sosyalist adaleti, sosyalist etiği ve bir sosyalist bilinçliliği, kapitalist bir düzenin dölyatağı içine "yerleştirilecek" bir sosyalist toplumun kurucu öğeleri içine dahil etmenin gerekli oldu(günü)" ileri süren savı (1971, s.121-2), aynı biçimde var olan sosyalist ülkelerle, bunların özgül nitelikleri ve sorunlarına gerekli dikkat gösterilerek, pekala uygulanabilir.
Kaynak: Marksist Düşünce Sözlüğü-Tom Bottomore
Komünist Birlik Çağrısı — Marks ve Engels tarafından 1850 Martının sonlarında, yeni bir devrimci dalganın geleceğinden hâlâ umut var oldukları bir sırada yazılmıştır. Yaklaşan devrimde proletaryanın teori ve taktiklerini geliştirirken Marks ve Engels, küçük-burjuva demokratlarından ayrı olarak, bağımsız bir proletarya partisinin kurulması gereğini vurgulamaktadırlar. "Çağrı"daki temel yönlendirici düşünce, özel ve yeni bir toplum kuracak olan "devrimin sürekliliği" düşüncesidir.
"Merkez Komitesinin Çağrısı", Komünist Birlik üyeleri arasında gizli olarak dağıtılmıştır. Tutuklanan bazı Birlik üyelerinin üzerinden çıkan bu belge, 1851'de Alman burjuva gazetelerinde ve polis görevlileri Wermuth ve Stieber tarafından yazılan bir kitapta yayınlandı.
"Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı"nın metni, K. Marx and F. Engels, Selected Works, (Progress Publishers, Moscow, 1969, Vol. I, s. 175-185)
Kontrol grubu [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Deneysel uyarıcının uygulanmadığı, diğer yönlerden deney grubuna benzeyen bir grup denek.
Körleme deney [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Ne deneklerin ne de deneyi yapanların hangi grubun kontrol, hangisinin deney grubu olduğunu bilmemeleri.
Kuram [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Birtakım olguları veya olgusal ilişkileri açıklayan kavramsal sistem. Ampirik gerçeklik hakkında mantıksal olarak birbiriyle ilişkili bir dizi önerme.
Kurumsal etnografya [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Kurumlarda çalışan bireylerin kişisel deneyimlerinin kurumdaki güç ilişkilerini ve kurumun diğer özelliklerini ortaya çıkarmak için kullanıldığı araştırma tekniği.
Kapsam geçerliği [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Bir ölçümün bir kavramın farklı anlamlarını kapsaması.
Katılımcı eylem araştırması [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Hakkında araştırma yapılan deneklere araştırmanın amacı ve prosedürünün kontrolünü vermeyi savunan sosyal araştırma yaklaşımı.
Kavramsallaştırma [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Bir terim kullanıldığında ne demek istendiğinin tanımlanması süreci.
Kendisi için Varlık-Fürsichsein (Hegel), "Kendine sonsuz dönüş" olarak, öbür-Varlık'ın yadsınması olarak tanımlar. Kendisi-için-Varlık, kendisini, kendisi olmayan her şeyden soyutlar. Hegel, Görüngübilim'de, "bu arı kendisi-için-Varlık soyutlaması"nın sözünü eder.
Kıta Sistemi — ya da kıta ablukası — 1806'da Napoléon I tarafından ilan edilmişti ve Avrupa kıtasındaki ülkelerle Büyük Britanya arasında ticareti yasaklıyordu. Napoléon'un Rusya'daki yenilgisinden sonra kaldırılmıştır.
Kiliast (Yunanca "bin" anlamına gelen "khilias" söcüğünden) — İsa'nın bir ikinci kez yeryüzüne geleceğine ve bin yıllık bir hükümdarlık kuracağına ve o zaman, adalet, evrensel eşitlik ve refahın muzaffer olacağına ilişkin gizemli bir din inanışının savunucuları.
Kodlama [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Ham veriyi standart forma dönüştürme süreci.
Komünizm (Ing. Communism, Fr. Communisme, A/m. Kommunismus) – Marx, komünizmden -bu sözcük 1830'ların ortalarında, Paris'teki devrimci gizli örgütlerden kaynaklanmıştır- iki farklı ama birbiriyle ilgili anlamda söz etmektedir: kapitalist toplumda işçi sınıfının fiili bir devrimci hareketi olarak ve işçi sınıfının kendi verdiği mücadele yoluyla oluşturacağı bir toplum biçimi olarak. Birinci anlamı için -ki muhtemelen, sadece Lorenz von Stein'in (1842) proletarya ve komünizm hakkında (bunların "bütün bir sınıfın tepkisi" olduğu yolundaki) değerlendirmesinden değil, ayrıca kendisinin Ligue des ]ustes'teki Fransız komünistleriyle olan kişisel temaslarından da etkilenmiştir- Marx, "tüm tarihsel gelişme, hem komünizm gerçek oluşumu (ampirik varoluşunun ortaya çıkışı)ve hem de düşünce düzeyindeki bilinçliliği, komünizmin derinlemesine kavranmış ve bilinçli oluş sürecidir" diye yazmıştır (Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları 3. Elyazması). Birkaç yıl sonra, Komünist Manifesto'da Engels'le birlikte, "Komünistler(in) diğer işçi sınıfı partilerinden ayrı bir parti oluşturma(dıklarını) ... bir bütün olarak proletaryanın dışında ve ondan ayrı çıkarlarının bulunma(dıgını)" ve sadece sürekli olarak "bütün proletaryanın ortak çıkarlarını” vurgulamakla ve "bütün hareketin çıkarlarını” temsil ettiğini belirtmekle ayrıldıklarını belirtmişlerdir.
19. yüzyılın ikinci yansında sosyalizm ve komünizm terimleri, birincisi her ne kadar daha yaygın biçimde kullanılıyorsa da, genelde, işçi sınıf hareketine işaret eden eşanlamlı sözcükler olarak kullanılıyordu. Marx ve Engels, bir dereceye kadar bu kullanıma bağlı kalmışlar ve hatta Engels'in 1894'te, (sosyal demokrat) "sözcüğü kabul edilecektir", ama bu sözcük "ekonomik programı genelde sadece sosyalist değil, özgüllükle komünist ve nihai siyasal amacı bir bütün olarak devleti ve dolayısıyla demokrasiyi de alt etmek olan bir parti" için yine de elverişsizdir (Volkstaat'taki yazılarından yapılan bir derlemenin önsözü) diyerek bazı çekinceleri ifade etmesine rağmen, "Sosyal Demokrat" adına bile önemli bir itirazda bulunmamışlardır.
Ancak 1917'den, Üçüncü (Komünist) Enternasyonal'in kurulmasından ve ayrı Komünist partilerin diğer işçi sınıfı partileriyle kıyasıya bir çatışmaya girmesinden sonra komünizm terimi yeniden, aşamalı reform temeline dayalı, daha barışçı ve anayasal bir hareket olarak sosyalizme karşı, kapitalizmin şiddete dayanılarak ortadan kaldırılmasını amaçlayan devrimci bir eylem biçimi olarak anlaşıldığı 19. yüzyıl ortalarındakine benzeyen oldukça ayrı bir anlam kazanmıştır.
Daha sonra ise özellikle de Stalinizm döneminde - komünizm bir başka anlam daha kazanmıştır: bu yeni anlamıyla komünizm, Marksist kuramın veya siyasal stratejinin açıkça tartışılmasının engellendiği ve diğer ülkelerdeki komünist partilerin az ya da çok Sovyet partisinin egemenliğine girmesiyle nitelenen otoriter partilerce yürütülen bir harekettir. İşte bu anlamdadır ki komünizm, sadece Marksizm’e karşı olanlar tarafından (gayet doğal olarak) incelenip eleştirilmekle kalmayan, birçok Marksist tarafından da incelenip eleştirilen, 20. yüzyıldaki belirgin bir siyasal hareket diye görülebilmektedir.
Claudin (1975), Komintern'in 1930'lardaki (Almanya'da o dönemdeki halk cephelerinde ve Çin'de) izlediği politikalardaki başarısızlıkları ve Yugoslav ayrılmasından, Doğu Avrupa'daki ayaklanmalardan ve Çin'le olan kavgadan sonra Sovyet etkisindeki azalışı incelediği bir çalışmada, komünist hareketin bozuluşuna ilişkin en derinlikli açıklamalardan birini ortaya koymuştur. "Stalin'in ölümüyle", Claudin'in vardığı sonuca göre, "komünist hareket tarihsel gerileme süreci içine girmiştir".
Buna birçok bakımlardan benzeyen, Doğu Avrupa içinden yazılımı ve dünyanın bu bölgesinde yaşayabilir bir sosyalist projeyi yeniden kurmak için yollar gösteren bir çözümleme de, Bahro'nunkidir (1978). Batı Avrupa'da komünist hareketin bunalımı, Batılı demokratik kurumların tarihsel evriminin değerini vurgulayışında ve sosyal demokrasiyle olan geçici uzlaşmasında, siyasal eğilimler olarak komünizm ile sosyalizm arasındaki keskin ayrılıgın bir kez daha incelenmesine ve ortadan kaybolmaya yönelmesine olanak sağlayacak yeni bir evrenin başlangıcını belirtiyor gibi görünen AVRUPA KOMÜNİZMİ'ni doğurmuş ve ayrıca bu hareket içinde de ifadesini bulmuştur.
Komünizmin bir toplum biçimi olarak ikinci anlamı, Marx tarafından hem erken hem geç dönem metinlerinde çeşitli vesilelerle, ama Marx'ın "gelecekteki mutfaklar için (Comteçu) tarifler" yazma konusunda hiçbir niyeti olmadığını" belirtmesi nedeniyle, sadece çok genel terimlerle tartışma konusu yapılmıştır.
1844 Elyazmalarında (Üçüncü Elyazması) Marx, "Komünizm özel mülkiyetin insanın kendine yabancılaşmasının” kesin olarak ortadan kaldırılışı ve dolayısıyla da insan doğasının gerçek ediniminin insanla ve insan için sağlanışıdır. Bundan ötürü de, komünizm, insanın sosyal, yani gerçekten insani bir varlık olarak kendine dönüşüdür; bu, önceki tüm gelişmenin zenginliğini kendi içinde eriten tamamlanmış ve bilinçli bir kendine dönüştür" demiştir.
Daha sonra, Engels'le birlikte, bu kavrama, komünist bir toplumun önkoşulları olarak sınıfların ve işbölümünün yok edilişini belirleyerek daha kesin bir sosyolojik anlam vermişlerdir: nitekim, Alman İdeolojisi’nde (cilt I, bL. IC) Marx böyle bir topluma erişebilmek için bireylerin "bu maddi güçler üzerinde kendi denetimlerini yeniden kurma(larının) ve işbölümünü ortadan kaldırma(larının)" gerekli olacağını ileri sürmüştür. "Bu da bir topluluk olmaksızın olanaksızdır... Bugüne kadar, bireylerin bir araya geldikleri aldatıcı topluluklar, hep bireylerden ayrı bağımsız bir varoluşa sahip olmuştur ve bu topluluklar, bir sınıfın diğerine karşı olması nedeniyle, ege-menlik altında tutulan sınıf için, sadece bütünüyle aldatıcı bir topluluğu değil, ayrıca yeni bir prangayı da ifade etmiştir. Hakiki bir toplulukta bireyler kendi birliktelikleri içinde ve bu birliktelik yoluyla kendi özgürlüklerini elde ederler."
Marx ve Engels, -özel mülkiyetin, sınıf ayrımlarının ya da yaygın bir işbölümünün bulunmadığı - ilkel kabile toplumlarını, bu anlamda da ilkel komünizm diye adlandırmışlardır.
Marx, sonraki yapıtlarında, gelecekteki komünist toplumun ekonomik niteliğini "birleşmiş üreticilerin toplumu" olarak Kapital III de (bL. 48) ekonomik alandaki özgürlüğün sadece "toplumsallaşmış insanlığın, birleşmiş üreticilerin, doğayla olan ilişkilerini, bilinmeyen bir güç olarak onun egemenliği altında bulunmak yerine, doğayı kendi ortak denetimlerine tabi kılarak rasyonel bir biçimde düzenlemeleri gerçegi"nde oluşabileceğini ileri sürerek vurgulamıştır.
Marx, sadece Gotha Programının Eleştirisi'nde komünist toplumun iki aşamasını birbirinden ayırt etmiştir:
Kapitalist toplumun içinden çıkarak oluştuğu ilk evre ki, bu evrede bireye emeğinin karşılığı ödenmekte ve o da tüketim mallarını satın almaktadır (yani DEĞİŞİM sürmektedir);
daha yüksek bir evrede ise kişi topluma yeteneğine göre katkıda bulunmakta ve ortak üründen kendi gereksinimlerine göre pay almaktadır.
Bu iki evrenin "sosyalizm" ve "komünizm" olarak betimlenmesine Lenin, "Devlet ve Devrim"de yaygınlık kazandırmıştır.
Ancak bu, SSCB'deki ve Doğu Avrupa'nın diğer ülkelerindeki resmi ağızlar her iki aşamaya atıfta bulunmakla birlikte, Marksistler arasındaki, aslında var olan sosyalist ülkelerdeki gerçek deneyimlerden kaynaklanan iki sorunla ilgili olan bugünkü tartışmaların odak noktası değildir. Bu sorunlardan ilki sosyalist bir sistemde piyasanın rolünü ya da daha doğrusu, piyasa ilişkilerinin giderek artan biçimde sisteme dâhil olmasıyla "bir sosyalist piyasa ekonomisinin” etkili biçimde işlemesi sorunudur ki, bu tür bir ekonominin hem üretimde ve bölüşümde kaynakların daha akılcı dağılımı ile daha büyük bir ekonomik verimliliği ve hem de karar almayı "özyönetim"e dayanan her türden kamu girişimlerine ve küçük ölçekli özel mülkiyete konu olan işletmelere bırakan esaslı bir ademi merkezileşmeyi ortaya çıkaracağı düşünülmektedir (bkz. özellikle Brus 1972, 1973). Bu nokta, yine de, bugün ayrıca gelişmiş kapitalist ülkelerin de bir özelliği olmakla birlikte, gayri safi milli hâsılanın büyük bir bölümünü yaygın sosyal hizmetler biçiminde, piyasaya dayalı olmayan yollarla dağıtmanın sürdüğü bağlam içinde değerlendirilmelidir.
İkinci sorun Marx'ın, komünist toplumda insan gereksinimleri ve insan emeğinin bu gereksinimleri karşılamaya yetecek biçimde örgütlenişi hakkındaki görüşüdür ki, bu gelecekteki toplumsal düzene ilişkin Marksist kavrayışlara bulanık bir arka plan sağlamış olmasına rağmen, son yıllara gelinceye dek, sosyalizmin pratik sorunlarıyla ilişkili bir biçimde açıkça pek ele alınıp incelenmemiştir.
Önemli bir incelemede (Heller 1976), Marx'ın kendi kavrayışındaki bazı tutarsızlıklara işaret edilmiştir. Emeğin yabancılaşması (emeğin dışsal olarak zorlanmış niteliği), Grundrisse'de giderilmiş ve ayrıca emek, travail attractif (çekici iş), yaşamsal bir gereksinim haline getirilmiştir, çünkü "tüm emek esasen zihinsel emek haline, insan kişiliğinin kendini gerçekleştirme alanı haline gelmektedir", ancak Kapital'de (III, BL. 48), yabancılaşmanın sona ermesine rağmen, emek travail attractif haline gelmemektedir, çünkü "maddi üretim alanı ... bir zorunluluk dünyası olmayı sürdürmektedir" ve "hakiki özgürlük dünyası" ancak bu (zorunluluk dünyasının) ötesinde, boş zaman içinde başlamaktadır. Dolayısıyla, birleşmiş üreticilerin toplumunda bir zorunlu çalışma (yani bir sınırlama) varlığını sürdürmektedir.
Heller, sorunun bir çözümünün Marx'ın kendi yapıtı içinde, bu tür toplumda yeni bir "gereksinim yapısının” ortaya çıkacağı ve gündelik yaşamın üretken emek ve maddi tüketim temelinde değil de, kendi içinde amaç niteliğinde olan ve öncelikli gereksinimler haline gelen etkinliklerle insan ilişkileri temelinde kurulacağı fikrinde bulunduğunu ileri sürmektedir. Ancak, yine Heller, bir yanda üretim alanındaki "hakiki toplumsal gereksinimlerin” neler olduğunu tespit etmekteki ve üretim kapasitesinin nasıl dağıtılması gerektiğine (ki komünist toplumun, olması gerektiği gibi, dünya ölçekli bir toplum olarak kavranması halinde çok daha da şaşırtıcı ölçülere ulaşacak bir sorundur) karar vermekte herkesin payının olmasını sağlamaktaki yoğun güçlüğün; diğer yanda da, Marx'ın yeni gereksinimler sistemi hakkındaki düşüncelerinin ütopik ama bugünkü yaşamın niteliğini ölçmekte bir kural getirdikleri ölçüde de verimli olduğunun farkındadır. Benzer bir biçimde, Marksizm’in esaslı yenilikler doğrultusundaki temel beklentilerinin, bugün var olduğu biçimiyle sosyalist toplumla olan eleştirel karşıtlığında yer aldığını düşünen Stojanoviç (1973), gelişmiş bir sosyalist toplumu inşa etmenin "ancak olgun komünizm açısından" yani, ahlaki (hatta ütopik) bir kural açısından "yaklaşıldığında mümkün olduğu(nu)" ileri sürmektedir.
Sosyalizm ile komünizmin "aşağı" ve "yukarı" aşamalar olarak ayrılması, gelecekteki bir sınıfsız topluma ilişkin yakın zamanlardaki Marksist tartışmalar içinde öneminden pek çok şey yitirmiştir ve aslında basitleştirme gibi görünmektedir. Böyle bir topluma doğru hareket, bugün için önceden görülmesi pek de mümkün olmayan birçok aşamalardan geçebilir ve böyle bir hareket ayrıca kesilmelere ve gerilemelere de maruz kalabilir.
Tanışmaya katılanların çoğu için şu anda önemli görünen, hem kapitalist, hem sosyalist ülkelerde var olan toplumsal kurumların, pratiklerin ve kuralların, Marx'ın idealine doğru gelişme bakımından içlerinde taşıdıkları potansiyeller açısından, sosyalist bir toplumun ahlaki normlarının daha titiz bir incelemesini de içine alan daha derin bir deneysel ve eleştirel incelemesidir. Wellmer'in "özgürleşmenin ekonomik olarak temellendirilmiş mekanizma"sı kavramını reddeden ve "sosyalist demokrasiyi, sosyalist adaleti, sosyalist etiği ve bir sosyalist bilinçliliği, kapitalist bir düzenin dölyatağı içine "yerleştirilecek" bir sosyalist toplumun kurucu öğeleri içine dahil etmenin gerekli oldu(günü)" ileri süren savı (1971, s.121-2), aynı biçimde var olan sosyalist ülkelerle, bunların özgül nitelikleri ve sorunlarına gerekli dikkat gösterilerek, pekala uygulanabilir.
Kaynak: Marksist Düşünce Sözlüğü-Tom Bottomore
Komünist Birlik Çağrısı — Marks ve Engels tarafından 1850 Martının sonlarında, yeni bir devrimci dalganın geleceğinden hâlâ umut var oldukları bir sırada yazılmıştır. Yaklaşan devrimde proletaryanın teori ve taktiklerini geliştirirken Marks ve Engels, küçük-burjuva demokratlarından ayrı olarak, bağımsız bir proletarya partisinin kurulması gereğini vurgulamaktadırlar. "Çağrı"daki temel yönlendirici düşünce, özel ve yeni bir toplum kuracak olan "devrimin sürekliliği" düşüncesidir.
"Merkez Komitesinin Çağrısı", Komünist Birlik üyeleri arasında gizli olarak dağıtılmıştır. Tutuklanan bazı Birlik üyelerinin üzerinden çıkan bu belge, 1851'de Alman burjuva gazetelerinde ve polis görevlileri Wermuth ve Stieber tarafından yazılan bir kitapta yayınlandı.
"Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı"nın metni, K. Marx and F. Engels, Selected Works, (Progress Publishers, Moscow, 1969, Vol. I, s. 175-185)
Kontrol grubu [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Deneysel uyarıcının uygulanmadığı, diğer yönlerden deney grubuna benzeyen bir grup denek.
Körleme deney [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Ne deneklerin ne de deneyi yapanların hangi grubun kontrol, hangisinin deney grubu olduğunu bilmemeleri.
Kuram [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Birtakım olguları veya olgusal ilişkileri açıklayan kavramsal sistem. Ampirik gerçeklik hakkında mantıksal olarak birbiriyle ilişkili bir dizi önerme.
Kurumsal etnografya [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Kurumlarda çalışan bireylerin kişisel deneyimlerinin kurumdaki güç ilişkilerini ve kurumun diğer özelliklerini ortaya çıkarmak için kullanıldığı araştırma tekniği.