B
Bacchus ya da Dyonisos – Eski Yunan mitolojisinin tanrısı. Önceleri insanın yaratıcı güçlerini uyandıran tanrı, sonradan şarap tanrısı. Büyük İskender'in Asya seferinden sonra Dyonisos'un da Hindistan ve öteki Asya ülkelerindeki gezisi miti ortaya çıkmıştır.
Bağımlı değişken [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Açıklanan değişken; sonuç; araştırmacıyı rahatsız eden, açıklanması istenen durum.
Bağımsız değişken [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Açıklayan değişken veya ara değişken; neden.
Bakunin, Mihail (1814-1876). — Rus devrimcisi, anarşizm teorisyeni…
Barış ve Özgürlük Ligası – Çeşitli küçük-burjuva ve burjuva cumhuriyetçileri ve liberalleri tarafından 1867'de İsviçre'de kurulan burjuva-pasifist bir örgüt.
Eylül 1868'de Bern'de toplanan Kongresinde, Bakunin'in kendi hazırladığı karmakarışık sosyalist programı ("sınıfların toplumsal ve iktisadi eşitliği", "devletin ve miras hakkının kaldırılması", vb.) kabul ettirme çabasına değiniliyor. Bu projesi oyçokluğu ile reddedilince, Bakunin, bu Ligadan ayrılmış ve Uluslararası Sosyalist Demokrasi İttifakını kurmuştur.
Bauer, Bruno (1809-1882). — Filozof ve din konusunda eleştirmen. Önce hegelci okulun sağ kanadına katılmıştır. 1839’da Bonn’a profesör atanmıştır, sonra, sol-hegelciliğe doğru kaymıştır ve kısa zamanda sol-hegelcilerin başı olarak tanınmıştır. Bir süre onun dostu ve silah arkadaşı olmuş olan Marx ve Engels, Kutsal Aile adlı yapıtlarında Bruno Bauer’e ve kardeşi Edgard Bauer’e kıyasıya saldırdılar. Bruno Baueri yaşamının sonuna doğru Bismarck’ın savunucusu oldu.
Bayle, Pierre (1637-1706). – Fransız filozofu. Aralarında Tarih ve Eleştiri Sözlüğü de olan boşinanlarla savaştı bir çok yapıtın yazarıdır.
Belit (Aksiyom) - Başka bir önermeye götürülemeyen ve tanıtlanamayan, böyle bir geri götürme ve kanıtı da gerektirmeyip, kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin temeli ve ön dayanağı olan temel önerme. Ne türlü bir belitten yola çıkılırsa o türlü bir sonucu varılır. Belitlere dayanan bir felsefe, belitlerin yanlışlığı meydana çıkınca çöker. 1) Mantık: Mantıkta belit terimi, bir şeyi tanıtlamak için kullanılan tanıtlanmayı gerektirmeyecek kadar açık ilke anlamını veriri tanıtlanmayı gerektirmediği gibi tanıtlanamazda. Çünkü tanıtlama, daha da açıklamak demektir, buysa daha çok açıklanamaz. Her belit bir ilkedir, ama her ilke bir belit değildir. Örneğin, “her bütün kendini meydana getiren parçalarından büyüktür” ilkesi bir belittir, buna karşı Einstein’in görelilik ilkesi bir belit değildir. Metafizik dünya görüşünün ürünü olan bütün mantıklar, “bir şey kendisinin aynıdır” önermesiyle dile getirilen özdeşlik ilkesini belit saymışlardır. Hegel’in diyalektik mantığı bunun doğru olmadığını meydana koymuştur. Bir şey kendisiyle bile aynı değildir, çünkü sürekli olarak değişmektedir. 2) Matematik: nicelikler arasındaki orantıları dile getiren zorunlu önermeler, matematikte belit adıyla tanımlanırlar. Örneğin, “bir üçüncü niceliğe ayrı ayrı eşit olan nicelikler birbirine eşittir”, “eşit niceliklere eşit nicelikler eklenirse toplamları da eşit olur”. Matematiksel belit, mantıksal belitin niceliklere uygulanmasıdır. Aralarında başkaca bir anlam ayrılığı yoktur. 3) Dekartçılık: Descartes ve başta Spinoza olmak üzere izdaşları felsefelerini belitlere dayarlar. Örneğin Descartes, felsefesini “düşünüyorum, öyleyse varım” belitinden çıkarak kurmuştur. Spinoza’da ünlü Etika’sında örneğin, “başka bir şeyle tasarlanmayan şeyin kendisiyle tasarlanması gerekir” gibi belitlerden yola çıkar. Ne var ki, ne türlü bir belitten yola çıkılırsa o türlü bir sonuca varılır. Bundan başka, bu belitler, “parçalarının toplamı bütüne eşittir” gibi belitler gücünde değildirler. Daha açık bir deyişle, Dekartçıların belitleri öznel, kendilerince belit sayılmış belitlerdir. Nitekim Cogito’nun yüzyıllarca önceki biçimini çürütmek için, “bin altın düşünüyorum, öyleyse bin altınım var” önermesi ileri sürülmüştür.
Belle-Isle — Biskaye körfezinde siyasal mahpuslar için cezaevi olan bir ada.
Berthelot, Pierre-Eugene-Marcelin (1827-1907). – Ünlü Fransız kimyacısı. Basit cisimlerin yardımıyla organik bileşkelerin bileşimi üzerinde sayısız çalışmaları ile hemen hemen bütünüyle yarattığı gerçek kimyasal mekaniği, yani termoşimiyi kendisine borçluyuz. 600’den fazla inceleme yazısı yayılanmıştır.
Betimleme (tasvir) - Somut gerçekliği içinde bir nesnenin, kendine özgü belirtilerini elden geldiğince tam ve açık seçik bir biçimde göz önüne serme.
Beyaz Gömlekliler - İkinci İmparatorluğun (Prusya-Alman İmparatorluğu) polisi tarafından örgütlendirilmiş çeteler. İşçi olduklarını iddia eden sınıf-dışı öğelerin oluşturdukları bu çeteler, yetkililerin gerçek işçi örgütlerini ezmelerine bahaneler sağlamak amacıyla provokatif gösteriler örgütlemişler, huzursuzluk yaratmışlardır.
Biçim (Form) - Nesnelerin dış görünüşüdür. Metafizikte bir nesnenin, gizil ilkesi olan, hammaddeden ayırt edilen etkin belirleyici ilkesi.
Platon bugün biçim sözcüğü ile karşılanan eidos terimini bir şeyi o şey yapan kalıcı gerçeklik ile sonlu ve değişmeye uğrayan tikelleri ayırmak için kullanmıştır. Plâtoncu biçim kavramı, da Pytagarosçı kurama dayanır. Bu kurama göre, nesnelerin ayırt edici özelliklerini veren maddi öğeler değil, Pythagoras’ın sayısal olarak adlandırdığı kavranabilir yapılardır.
Madde ve biçim arasındaki ayrımı ilk kez ortaya atan Aristoteles’tir. O’na göre madde kendi içinde bir nesne değil, nesnelerin oluşumunda bulunan farklılaşmış temel öğedir. Tikel nesnelerin, bu temel öğeden oluşmaları farklılaşma süreci ile gerçekleşir. Bu süreç içinde belirli biçimler alan nesneler de kavranabilir dünyayı oluşturur. Madde gizil öğe, biçim ise gerçekleşen öğedir.
Alman filozof Kant’a göre, biçim zihnin, bir özelliği birey tarafından nesneye yükleniyordu. Kant’a göre mekân ve zamanın duyarlılığı iki apriori biçimindedir. İnsanın kendi başına zaman ve mekân deneyimi olmasa bile insanın mekân ve zaman dışı deneyiminin olmayacağını savundu.
Blgi - Öznenin amaçlı yönelimi sonucunda, özne ile nesne arasında kurulan ilişkinin ürünü olan şeydir. Nesnelere yönelen özne onlar üzerine düşünerek, zihinsel bir etkinlik geliştirir. Bu etkinlik sonucu kavramlara ve kavramlardan da önerme ve çıkarımlara varılır. Bilgi aktı, özneden objeye bilinç etkinliğidir. Bilgi akt'ları algılama, anlama ve açıklama şeklinde olabilir.
Algılama aktı, somut nesneler üzerinde yapılan duyu deneyleri sonucunda elde edilir. Anlama aktı, doğruyu bütünüyle sezgisel ya da zihinsel anlamadır. Açıklama aktı, bir şey hakkındaki ilk bilgiden yola çıkarak son bilgiye ulaşma çabasıdır. Bilgi çeşitleri 6'ya ayrılır. a) Gündelik Bilgi: İnsanların sıradan deneyimleri sonucu elde ettikler bilgilerdir. Neden-sonuç ve yönteme dayanmaz. Kişinin algı ve sezgilerine dayanır. Bilimsel ve geçerli değildir. Sistemsizdir. b) Dinsel Bilgi: Özne ve nesne arasındaki bağ, yüce bir varlık tarafından belirlene bir inanç sistemine dayanıyorsa buna dinsel bilgi denir. Dinsel bilgi değişmez, kesin bir bilgidir. Amacı insana manevi yaşam ve yaratan hakkında inanca dayalı bilgi vermektir. c) Teknik Bilgi: Öznenin nesneyi pratik amaçları için değiştirme ve ondan alet yapma bilgisidir. Pratik bir bilgi olup insana yarar ve kolaylık sağlar. d) Sanatsal Bilgi: Sanatçı, nesneye yönelerek onda gördüğü bir şeyi elindeki malzemeyle ifade etmeye çalışmasıdır. Yara gibi bir amacı yoktur. Doğadaki nesneleri kullanmasına rağmen, doğada olmayan bir güzelliği eserine katar. e) Bilimsel Bilgi: İnsanın aklıyla belli bir konuya yönelerek elde ettiği yöntemli, sistemli, düzenli, geçerli, kanıtlana bilinir ve denetlene bilinir nesnel bilgiye denir. f) Felsefi Bilgi: Felsefi bilgi, evreni, varlığı, insanı, doğayı parçalara ve konulara bölmeden bir bütün olarak anlamaya çalışır. Felsefi bilgi insanın aklıyla ortaya koyduğu tümel düşüncelerdir. Felsefi Bilgi; araştırma ve eleştiriye dayalıdır, akla dayanır. Mantık ilkelerine dayalı akıl yürütmelerdir, Soyut ve kavramsal olduğu için evrenseldir, birleştirici ve bütünleyicidir, Özneldir bir bitmişlik yoktur.
1) Formel Bilimler: Konusunu doğadan almayan yani duyu ve deneyime dayanmayan fakat duyular üstü bir ideal varlık alanını ele alan bilim dallarıdır (matematik. Mantık) Formel bilimler, sembolleri kullanarak kendilerini ifade ettikleri için aynı zamanda bir ideal; yani yapay anlatım biçimidir. Bundan dolayı diğer bilimlerle oranla daha nesneldir. Doğa insan bilimleri sembolleri kullanarak daha nesnel olmayı amaçlar. 2) Doğa Bilimleri: Nedensellik ilkesine göre, yani aynı koşullar altında hep aynı sonuçların çıkacağı ilkesine dayanan doğa bilimleri deneysel yöntemi temele alır. Konu alanı içinde doğa bilimleri (fizik), yaşam bilimleri yer alır. Temel özelliği olgusal ve deneysel olmalarıdır. Olgusaldır. Çünkü olgular ile neden - sonuç ilkesini araştırır. Nedenseldir. Çünkü Doğa bilimleri genel, kesin, tümel, doğru yasalara ulaşmayı amaçlar. 3) İnsan Bilimleri: İnsanı değişik boyutlarıyla inceleyen bilgi türüdür. İnsan bilimleri; antropoloji, sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi, dil bilimi ve tarihtir. Bu bilimler insanın yapıp ettikleriyle ve ne yapacaklarıyla ilgilenir. Fakat kesin bir yasaya varamazlar.
Bilgicilik (Sofizm) - Eski Yunan’da İ.Ö 5. yüzyılın ikinci yarısından İ.Ö 4. yüzyılın başlarına değin para karşılığı felsefe öğreten gezgin felsefecilerin (sofistler) oluşturdukları akıma bilgicilik denir.
Sofist deyimi, bilgeliği yeğleyen öğreti, bilgi öğretmeni, siyasada yararlı olma sanatı, söz söyleme sanatı anlamlarında kullanılmıştır. İ.Ö 5. yüzyıl, antik çağ Yunan felsefesinde bilgicilik akımının egemen olduğu çağdır. İlk düşünür sayılan Thales’den beri ortaya atılan sayısız varsayımlar, sonunda insan zekâsını şahlandırmış ve bütün olup bitenleri yeniden gözden geçirerek kıyasıya eleştirmeye yöneltmişti. Doğa bilimlerinin denetiminden yoksun insan düşüncesi, varlığın temeli konusunda daldığı hayal âleminden kendisine dönüyordu. Bilgicilik akımının inceleme amacı, insanın kendisiydi. Protagoras’ a göre , “insan her şeyin ölçüsüydü.” Bilgi, teorik bir merak değil, pratik bir yarar olmalıydı. Protagoras “tanrılara gelince, ben onların ne var olduklarını ne de yok olduklarını bilirim” diyordu. Bilgici Hippias, giydiği elbiseyi kendisi diktiği için “ bağımsızlığa kavuşmakla” övünüyordu. İnsan her türlü yapma bağlardan kurtulmak ve insansal yasanın (nomos) yerine doğal yasa (physis) konulmalıydı.
Bilgiciler, özdekçi düşünceleri sürmekle beraber, ürünü oldukları idealist çizgiyi sürdürmüşler ve dünyayı tanıma olanağını yadsımışlardır. İşte bu idealist çizgidir ki, bir yandan bilgicilik akımını yozlaştırarak felsefeyi güzel söz söyleme sanatına dönüştürürken diğer yandan idealist ilkelerin gelişmesi sürecini doğurmuştur.
Bilgi Kuramı - Neyi, nasıl bilebileceğimizle ve bilginin ne olduğuyla ilgilenen felsefe koludur.
Bilim – Sözlüklerde ve ansiklopedilerde bilimin değişik tanımları vardır. Sanırım bu tanımların hiçbirisi bilimi eksiksiz olarak açıklayamaz.
Cumhuriyet'te ve Cumhuriyet Bilim Teknik'te bilimin tanımı ya da açıklaması çok yapılmıştır. Bunlara bir yenisini eklemenin bir yararı olabilir mi? Bu soruyu, biraz minder dışına kaçarak yanıtlama olanağı vardır. Aşkı binlerce yazar anlatmıştır. Gene de, her gün yeniden anlatılmaktadır ve insanoğlu var oldukça anlatılmaya devam edilecektir. Ama hiçbirisi aşkı eksiksiz anlatamamıştır ve anlatamayacaktır. Belki bilim de böyledir; onun eksiksiz bir tanımı yapılamaz. Ancak, bir temele dayanabilmek için, bir yerden başlamak iyi olacaktır.
TDK sözlüğünde bilim şöyle tanımlanıyor: Bilim: "Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi." "Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi."
"Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir ereğe yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci."
Bilim ile uğraşan bir kişinin bu tanımları yeterli bulmayacağını söylemeye gerek yoktur. Bu nedenle, bilimin eksiksiz bir tanımını yapmaya kalkışmak yerine, onu açıklamaya çalışmak daha doğru olacaktır.
İnsan doğaya egemen olmak ister!
Derler ki insanoğlu varoluşundan beri doğayı bilmek, doğaya egemen olmak istemiştir. Bu nedenle, insan varoluşundan beri doğayla savaşmaktadır. Son zamanlarda, bu görüşün tersi ortaya atılmıştır: İnsan doğayla barış içinde yaşama çabası içindedir.Bence bu iki görüş birbirlerine denktir. Bazı politikacıların dediği gibi, sürekli barış için, sürekli savaşa hazır olmak gerekir.
Gök gürlemesi, şimşek çakması, Ay'ın ya da Güneş'in tutulması, hastalıklar, afetler, vb. doğa olayları bazen onun merakını çekmiş, bazen onu korkutmuştur.
Öte yandan, bu olgu, insanı, doğa korkusunu yenmeye ve merakını gidermeye zorlamıştır. Korkuyu yenebilmenin ya da merakı gidermenin tek yolunun, onu yaratan doğa olayını bilmek ve ona egemen olmak olduğunu, insan, önünde sonunda anlamıştır. Peki, insanoğlunun doğayla giriştiği amansız savaşın tek nedeni bu mudur? Başka bir deyişle, bilimi yaratan güdü, insanoğlunun gereksinimleri midir?
Elbette korku ve merakın yanında başka nedenler de vardır. İnsanın (toplumun) egemen olma isteği, beğenilme isteği, daha rahat yaşama isteği, üstün olma isteği vb. nedenler bilgi üretimini sağlayan başka etmenler arasında sayılabilir. İnsanın korkusu, merakı ve istekleri hiç bitmeden sürüp gidecektir. Öyleyse, insanın doğayla savaşı (barışma çabası) ve dolayısıyla bilgi üretimi de durmaksızın sürecektir.
Bilim neyle uğraşır?
Bilimin asıl uğraşı alanı doğa olaylarıdır. Burada doğa olaylarını en genel kapsamıyla algılıyoruz. Yalnızca fiziksel olguları değil, sosyolojik, psikolojik, ekonomik, kültürel vb. bilgi alanlarının hepsi doğa olaylarıdır. Özetle, insanla ve çevresiyle ilgili olan her olgu bir doğa olayıdır. İnsanoğlu, bu olguları bilmek ve kendi yararına yönlendirmek için varoluşundan beri tükenmez bir tutkuyla ve sabırla uğraşmaktadır.
Başka canlıların yapamadığını varsaydığımız bu işi, insanoğlu aklıyla yapmaktadır.
Bilimin gücü
Bilim, yüzyıllar süren bilimsel bilgi üretme sürecinde kendi niteliğini, geleneklerini ve standartlarını koymuştur. Bu süreçte, çağdaş bilimin dört önemli niteliği oluşmuştur: çeşitlilik, süreklilik, yenilik ve ayıklanma. Şimdi bunları kısaca açıklamaya çalışalım.
Çeşitlilik: Bilimsel çalışma hiç kimsenin tekelinde değildir, hiç kimsenin iznine bağlı değildir. Bilim herkese açıktır. İsteyen her kişi ya da kurum bilimsel çalışma yapabilir. Dil, din, ırk, ülke tanımaz. Böyle olduğu için, ilgilendiği konular çeşitlidir; bu konulara sınır konulamaz. Hatta, bu konular sayılamaz, sınıflandırılamaz.
Süreklilik: Bilimsel bilgi üretme süreci hiçbir zaman durmaz. Kırallar, imparatorlar ve hatta dinler yasaklamış olsalar bile, bilgi üretimi hiç durmamıştır; bundan sonra da durmayacaktır.
Yenilik: Bir evrim süreci içinde her gün yeni bilimsel bilgiler, yeni bilim alanları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, bilime, herhangi bir anda tekniğin verdiği en iyi imkânlarla gözlenebilen, denenebilen ya da var olan bilgilere dayalı olarak usavurma kurallarıyla geçerliği kanıtlanan yeni bilgiler eklenir.
Ayıklanma: Bilimsel bilginin geçerliği ve kesinliği her an, isteyen herkes tarafından denetlenebilir. Bu denetim sürecinde, yanlış olduğu anlaşılan bilgiler kendiliğinden ayıklanır; yerine yenisi konulur.
Bilimsel düşünce – Bilim temeline dayanan, özgür, eleştirici, araştırıcı ve bağımsız düşünce.
Bilimsel Toplumculuk = Bilimsel Sosyalizm (Os. İlmî sosyalizm, Fr. Socialisme scientifique) – Marksist sosyalizm... Bilimsel toplumculuk deyimi, Alman düşünürü Karl Marx'ın sosyalizmini ütopyacı ya da düşçü sosyalizmden ayırır. Marx'ın materyalist ve tarihsel diyalektiğine bilimsel adının verilmesi, bu diyalektiğin bilimsel bir yönteme, deney ve gözlemlere dayanması ve bunlarla doğrulanması nedenine dayanır. Karl Marx, toplumsal değişimlerin, doğasal değişimlerde olduğu gibi, belli yasalara bağlı olduğunu göstermiştir. Yasalara bağlılık, bilimselliğin nedenidir. Bilimsel sosyalizm, üstün kişilerin düşünsel tasarımlarına değil, nesnel gerçekliğin belli yasalarına bağlıdır. Bilimsel sosyalizm, Marksizm’in ayrılmaz bir parçasıdır ve sosyo-ekonomik yasaların kesin bir zorunluluğudur. Bu zorunluluk, eskimiş üretim ilişkileriyle gittikçe gelişen üretim güçleri arasındaki uyuşturulamaz karşıtlığın doğurduğu bilimsel bir zorunluluktur.
Bilinç (Os. Şuur, İstiş'ar, Zamir, Hatır, İdrâk, İlim, Vukûf, Vicdân, Hissi bâtın, Hissi nefis, Akide, İtikat, İnsâf, Derûn; Fr. Conscience, Al. Bewusstsein, Selbstbewusstsein; İng. Consciousness, İt. Coscienza) – İnsanın çevresini ve kendisini anlamasını sağlayan anlıksal süreçlerin toplamı. 1) Etimoloji: Osmanlıca şuur anlamını veren Türkçe bilinç terimi bilmek mastarından, Osmanlıca vicdan anlamını veren Türkçe bulunç terimi bulmak mastarından türetilmiştir. Bu türetimde Osmanlıca terimlerin Arapça anlamları göz önünde tutulmuştur. Her iki anlam da Hind-Avrupa dil grubuna bağlı Fransızca, İngilizce ve İtalyancada aynı terimle dile getirilir. Terim, Hind-Avrupa dil grubunun kesmek ve yarmak anlamlarını veren skei kökünden türemiş, Latince aynı bilgilere sahip olduklarından ötürü kişiler arasında kurulan dayanışma anlamını veren conscientia sözcüğü aracılığıyla bu dillere geçmiştir. Terimin bu dillerdeki ilk anlamı bulunç (Fr. Conscience morale)'tu, sonradan bilinç (Fr. Conscience psychologique) anlamına kaymıştır. 2) Metafizik: Metafizikte bilinç insandan bağımsız bir güçtür ve insana verilmiştir, evrensel ya da Tanrısaldır. Metafizik düşünme dizgesi içinde yer alan idealizme göre de bilinç, maddeden ayrı ve bağımsız bir güçtür. Bu savda temellenen idealizm antikçağ Yunan düşünürü Anaksagorasla başlar. Anaksagoras nus adı altında bir evrensel us düşünmüş ve onu maddenin karşısına koymuştur. Aristoteles'in deyişiyle, "Anaksagoras, nusun yaratan ve maddenin yaratılan olduğunu söylemiştir. Çünkü her şey bir aradayken nus gelip düzenlemiştir". Bu anlayış, bilinç'le maddeyi birbirinden tümüyle ayrı şeyler sayan Descartes'dan geçerek, onu, evrenselleştiren Hegel'de ulaşır. Hegel'e göre önce evrensel bir bilinç vardı ve bütün doğa bu evrensel bilincin ürünüdür, doğa diyalektik evriminin sonunda, gene bu bilince ulaşarak kendi kendini tanıyacak ve evrim böylelikle son bulmuş olacaktır. İdealist akımın karşısında yer alan ve antikçağ Yunan düşünürü Demokritosla başlayan materyalist akım, kaba ya da Vülger materyalistler adıyla adlandırılan bilim-öncesi materyalistlerinin bilinç'i maddeyle aynılaştırmalarıyla uçlaşır. Bunlara göre de, "Karaciğerin safra salması gibi beyin de bilinç salar". İdealist akımın düştüğü yanılgı kadar yanlış olan bu sonuç, bilim-öncesi materyalistlerinin gerçekte tek yanlı metafizik düşünme sistemine bağlılıklarından doğmaktadır. 3) Ruhbilim: Ruhbilimde bilinç terimi, öznenin kendini sezişi ya da kendinin farkına varışı anlamında kullanılır, algı ve bilgilerin anlıkta izlenmesi süreci olarak tanımlanır. Geniş anlamda bilinç, usun kullanılmasıdır. Ruhbilimsel açıdan insan, kendi varlığını ancak bilinciyle aşabilir. Türk Dil Kur umunca bilinç'le ilgili çeşitli ruhbilim terimleri önerilmiştir (Bk. Ruhbilim Terimleri Sözlüğü, TDK yayını, birinci baskı, s. 35-36): Anımsamayı sağlayamayacak aşamadaki öğrenme bilinçdışı öğrenme (İng. Subliminal learning). Belli bir anda insanın aynı zamanda algılayabileceği nesnelerin toplamı bilinç genişliği (İng. Span of consciousness), bilinç sürecini denetlediği ileri sürülen beyin yeri bilinç katı (İng. Seat of consciousness), hekime duyulan güvensizlik ya da utançtan ötürü verilmesi gereken bilgileri saklama bilinçli direnç (İng. Conscious resistance), bir küme yaşantının ötekilerden ayrılarak kendi içlerinde örgütlenmesi bilinçliliğin bölünmesi (İng. Split-off consciousness), nesne ve olaylara karşı uyanık bulunma durumu bilinçlilik (İng. Consciousness), belli bir anda bilinçte bulunmayan ama anımsanıp bilince çağrılabilen anıların bilinçteki yeri bilinç öncesi (İng. Foreconscious, Preconscious), Fröydcülüğe göre baskıya alındıklarından ötürü doğrudan anımsanmamakla beraber gizli yollardan bilinci ve davranışları etkileyen etkenlerin tümü bilinçsiz bellek (İng. Unconscious memory), kişinin bilincinde olmadığı ve ancak davranışlarıyla yansıtabildiği eyleme geçme isteği bilinçsiz güdülenme (İng. Unconscious motivation) terimleriyle dile getirilmektedir. 4) Diyalektik: Diyalektik materyalist felsefeye göre bilinç; insanın düşüncesi, duygusu, iradesi, karakteri, heyecanı, anlağı, kanısı, sezisi vb. gibi bütün anlıksal süreçlerinin toplamıdır. Nesnel gerçekliğin insandaki yansıtıcısıdır. Maddesel olan insan beyninin bir özelliğidir. Önce maddesel doğa vardı. Doğasal evrim insana ve bilinç'e kadar gelişti. Bilinç elbette doğasal, eşdeyişle maddi bir üründür ama maddeyle ayrılaştırılamayacağı kadar aynılaştırılamaz da. Nitekim çocuk da annesinin ürünüdür ama annesinin aynı değildir. Bilinç, toplumsal bir üründür ve dil'le sımsıkı bağımlıdır. Dil olmaksızın bilinç de olamaz. Çünkü dil, başkaları için gerçekleşen pratik bilinçtir. Hayvanın ön ayaklarının elleşmesi ve ellerin emekte kullanılmasıyla başlayan insanlaşma, zorunlu toplumsallaşma olgusundan geçerek, dil-bilinç olgusunu meydana getirmiştir. Bilinç olgusu, insanların yaşma biçimlerinin ürünüdür. Öyleyse pek açıktır ki bilinç, insanların yaşama biçimlerini yansıtır. Ama bilinç sadece yansıtmakla yetinen basit bir ayna değil, belirmesiyle birlikte diyalektiğe girmiş etken bir güçtür. "Bir sarayda, bir kulübedekinden başka türlü düşünülür". Ama saray koşullarından doğan saray düşüncesi de saray koşullarını etkiler ve değiştirir. Marksist diyalektik ipinin iki ucundan biri eylem (pratik), öbürü de bilinç (teori)'dir. Çeşitli yanlış anlamalar ve yorumlar bu ipin iki ucunu birden elde tutamamaktan doğmaktadır. İnsansal girişkenlik (Fr. Initiative), bilinç'le gerçekleşir. İnsan, olaylardan oluşan bilinciyle o olaylara egemen olabilir. Bilim-öncesi felsefede insanların yaşaran biçimleri düşünme biçimleriyle açıklanırdı, oysa düşünme biçimleri yaşama biçimlerinin sonucuydu. İnsan, bilimsel olarak bunun bilincine vardıktan sonradır ki, bilinç'li etkenliğiyle yaşama biçimlerini de değiştirmeye başlamıştır. Hiç bir şeyi değiştiremeyen hayvansal çabayla her şeyi değiştirebilen insansal çaba arasındaki tek fark, insansal çabanın bilinç'li oluşudur. Engels şöyle der: "Bilinçli amaç, istenmiş bir erek olmaksızın hiç bir şey meydana gelmez". Bilinç, insanın, kendisini çevreleyen şeyleri fark etmesini, algılamasını ve algıladıktan sonra kavramasını gerçekleştirdiği gibi istemesini ve istediğini yapmasını da gerçekleştirir.
Marx da Alman İdeolojisi adlı yapıtında şöyle der: "İşte ancak şimdi, yani temel tarihsel ilişkilerin dört uğrağını gözden geçirdikten sonra insanın bir de bilinç'i olduğunu görüyoruz (Marx'ın saptadığı temel tarihsel ilişkilerin dört uğrağı: 1. ihtiyaçları karşılayan araçların üretimi, 2. Yeni ihtiyaçlar üretimi, 3. Soyun üretimi, 4. İşbirliği, eşanlamda belli bir üretim tarzı üretimi uğraklarıdır. O. H.). Ama gene de bu, arı bir bilinç değildir. Çünkü ruh, daha başlangıçta hava tabakaları, sesler, kısaca konuşma biçiminde beliren maddenin yükü altına sokulmuştur. Bilinç ne kadar eskiyse dil de o kadar eskidir. Dil, başkaları için var olan ve ancak bundan ötürüdür ki benim için de gerçekten var olan pratik bilinç'in ta kendisidir. Dil, tıpkı bilinç gibi, başkalarıyla ilişki kurma zorunluluğundan doğmuştur. Nerede bir ilişki varsa orada insansal bir şey vardır. Hayvanın hiç bir ilişkisi yoktur, hayvanın başkalarıyla ilişkisi onun için bir ilişki değildir. Demek ki bilinç, başlangıcından beri bir toplumsal üründür, insanlar var oldukları sürece de öyle kalacaktır". Demek ki insan topluluğunun dışında insan bilinci olamaz. Bilincin ürünü olan düşünce de, kendisinin maddi iskeleti olan dilin dışında var olamaz. Bundan ötürü bilinç, ilk anından beri dil temeli üstünde biçimlenir. Engels, konuşmanın ortaya çıkışının, maymun beynini adım adım bilinçlendirerek insan beynine dönüştürdüğüne özellikle dikkatleri çekmiştir.
Bilinçaltı (Tr. Ruhbilim) - Alt bilinç teriminin anlamdaşı. Gerçekte bilinç süreçleri olmadıkları halde bilinç süreçleri üstünde etkisi bulunan ruhsal süreçleri dile getiren alt bilinç ya da bilinçaltı deyimi, diyalektik felsefeyle idealist felsefeler açısından başka anlamlar taşıdığı gibi çeşitli yerli ve yabancı sözlüklerde çeşitli tanımlarla açıklanmaktadır. İdealist felsefeler onu, bilinç eşiğini aşamayan eksik algıların biriktiği bilinçdışı bir bölge saymışlardır. Öyle ki, Alman düşünürü Leibniz'in bulanık algı (Os. idrâkâtı müpheme, Fr. Perception obscure) adını verdiği bu eksik algıların bıraktığı bilinçdışı izler bu bölgede toplanıyor ve zaman zaman bilinci etkiliyordu. Bu bölge, esrarlı bir bölgeydi ve bilinmesi olanaksız izlerle doluydu. Bir zaman sonra Avusturyalı hekim Freud bu bölgenin sırlarını çözmeye çalışacaktı. Kimi sözlükçülerin güçsüzce bilinç (Os. Zayıfça şuûr, Fr. Faiblement conscient) deyimiyle dile getirdikleri bu bölge, Freud'cülere göre unutulmuş ya da törebilimsel baskılarla bilincin dışına atılmış anı ve isteklerin gizlendiği bir bölgedir. Bu bölgedekiler bilince çıkmak için çabalarlar ve insanı hasta ederler. Kimi sözlükçüler onu belli belirsiz edindiğimiz bilinç deyimiyle tanımlamaktadırlar. Kimi sözlükçüler de eşik altı (Os. Mâdûnüşuûr, Fr. Subliminal) deyimiyle anlamdaş sayarlar (Örneğin Bk. Cuvillier, Nouveau Vocabulaire Philosophique, Paris 1967, s. 178). Buna karşı Alman düşünürü Schopenhauer onu bilinmesi olanaksız bilinç temeli olarak tanımlar, daha açık bir deyişle, düşünüre göre bilinci bu bilinmesi olanaksızlar yönetmektedir. Oysa bilinçaltının ya da alt bilincin bilinemeyecek hiç bir yanı yoktur. Herhangi bir olguyu algıladığımızda onunla birlikte ve onunla ilişkili olarak bir takım yan olgular da algılarız, ama ne onların üstünde durur ve ne de dile getiririz. Bu yan olgular, temel olguyla ilişkili olduklarından, temel olgu üstündeki faaliyetlerimizde kimi zaman etken olurlar. Ya da önceden bildiğimiz, ama bu anda düşünmediğimiz öyle şeyler vardır ki bu andaki temel düşüncemizi, onunla ilişkili oldukları için, etkilerler. Alt bilinç ya da bilinçaltının bütün esrarı bundan ibarettir.
Bilinemezcilik (Agnostisizm) - Gerçek ve mutlak varlığın, kendinde nesnelerin (Tanrı gibi) bilinemeyeceği kanı ve öğretisi.
Bilme: Bir şeyin ne olduğunun bilincine varma.
Bireycilik - 1) (Genel olarak) a. Bütüne, genele değil de, bireye, tek olana üstünlük tanıyan görüş. b. Bireyin kendine dayanması eğilimi.
2) (Fizikötesi açısından) a. Yalnızca tek olanın, bireyin bağımsız gerçekliği olduğunu; b. Gerçekte yalnız bireylerin bulunduğunu, tümel terimlerin gerçeklikte hiç bir karşılığı olmadığını savunan öğreti.
3) (Yöntem- bilim açısından) Tarihsel ve toplumsal olayların açıklanmasını bireysel ruhbilime dayandıran görüş.
4) (Gelenekçiliğin karşıtı olarak) Kurulu düzene eleştirmeden uyma yerine, bireylerin toplumda her türlü kurum, inanç, kanı ve eylem üzerinde tartışıp bunları yargılamaları gerektiğini savunan görüş (düşünce bağımsızlığı).
5) Toplumun kendi başına bir ereği olmadığı gibi, kendini kuran bireylerin üstünde bir ereğe araç da olmadığını savunan görüş. Bu görüşe göre, toplumsal kurumların ereği: a) bireylerin mutluluğu, b) bireylerin yetkinliği olmalıdır; böylece, bireyin ereğine erişmesi için toplum ve devlet yardımcı araç olacaktır.
6) Kişiliğin ve kişisel sorumluluğun kaldırılamayacağını dile getiren görüş.
7) Yaşamın, özellikle toplumsal yaşamın tek kişiler üzerinde kurulduğunu ileri süren ve bu tek kişileri özce aynı türden ve eşit haklı olarak kabul eden öğreti (aydınlanma felsefesi).
8) Başkalarıyla karşılaştırılamayan niteliksel özelliği ve bir kezliği içinde bireyin kendi değeri üzerindeki kanı. (Shaftesbury, Herder)
9) Seçkin bireycilik: Bütün bireyleri eşit görmeyip, kimi bireylere özel koşulları ve özel nitelikleri dolayısıyla ayrı bir yer veren görüş. (Nietzsche)
10) (Ekonomik yaşamla ilgili bireycilik): Her bireyin özgür olarak kendi ölçülerine göre kendi ekonomik işlerini düzenleyebileceğini savunan görüş. (Bırakınız Yapsınlar ilkesi)
Bilinemezcilik (Os. Lâedriye, Lâirfâniye, Lâyûrefîye; Fr. Agnosticisme, Al. Agnosticismus, İng. Agnosticism, İt. Agnosticismo) - Nesnelerin kendiliklerinin hiç bir zaman bilinemeyeceğini ileri süren felsefe akımı... Bilinemezcilik terimi, ilkin, İngiliz düşünürü Huxley tarafından Yunanca bilinemez anlamını veren agnôstos sözcüğünden türetilerek kendi öğretisini adlandırmak için kullanılmıştır ve pek yenidir. Terim, daha sonra, geriye götürülerek bütün bilinemezci öğretileri kapsamıştır. Bilinemezcilik, tarihsel olarak, bilimin denetinden yoksun insan düşüncesinin düştüğü büyük yanılgılara bir tepki olarak belirmiştir. Bu tepkiyi ilkin antikçağ Yunan bilgicileri göstermişlerdir, duyumcu olan bu sofistlere göre bilgi duyuların sonucudur, duyularımızla elde ettiğimizin dışında başkaca hiç bir bilgiye erişemeyiz. Her kişinin duyusu kendine göre olduğundan her kişinin bilgisi de zorunlu olarak kendine göre olacaktır, herkes için geçerli bir bilgi olamaz. İnsan, kendisi için bilinebilecek tek şeyle, kendisiyle yetinmelidir. Antikçağ Yunanlıları, tarihsel koşulları içinde, bu tepkiyi göstermekte haklıydılar. Ne var ki bilinemezcilik akımı Kant'dan, Auguste Comte'dan, Spencer'den, William James'den geçerek yüzyılımızın ilginç düşünürleri Sartre'lara ve Camus'lere kadar sürüp gelmiş bulunmaktadır. Kant'a göre ancak görünen bilinebilir, öz bilinemez:, "Bizler sırlarla dolu bir evrende bir rüyanın rüyasını görmekteyiz. Gerçekte bildiğimiz hiç bir şey yoktur. Bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylardır. O olaylar ki, bilmediğimiz bir objeyle asla bilemeyeceğimiz bir süjenin birbirlerine olan ilişkisinden doğmuştur". Amerikalı pragmacı William Jamese göre, "İnsanın evrendeki durumu, bir kedinin kitaplıktaki durumu gibidir. Görür ve işitir, ama hiç bir zaman anlayamaz". Pozitivist Auguste Comte'a göre, "Nesneler üstü metafizik kadar nesnelerin kendisi fizik de bilinemez. Bilim, bu iki bilinemez alanın ortasında, sadece duyularımızla algıladığımız deney ve gözlemlerin konusu olan olgularla uğraşabilir". Akıma adını koymuş olan on dokuzuncu yüzyıl İngiliz düşünürü Huxley de aynı kanıdadır. Yirminci yüzyılın Fransız düşünürü Camus'ye göre de, "Evren uyumsuzdur ve bilinemez. İşte ağaç sertliğini duyuyoruz. Bu kadarla yetinmek zorundayız. Bilim, giderek bize elektronların bir çekirdek çevresinde toplandıkları görünmez bir gezegenler takımından söz edecektir. Bu bir varsayımdır. Böylece dönüp dolaşıp şiirin alanına geldiğimizi ve hiç bir şeyi bilemeyeceğimizi anlarız"... Bütün bu yanlış düşünceler çağdaş diyalektiği bilmemenin ya da bilmez görünmenin sonucudur. Metafizik bilinemezcilik haklıdır, çünkü metafizik birtakım gerçekdışı tasarımlarla uğraşır, gerçek olmayan şey yok demektir ve yok olan şey de elbette bilinemez. Oysa bilimci olduklarını iddia eden bütün bilinemezcilikler bilimdışıdırlar, çünkü bilimin konusu olan nesnelerin kendilikleriyle bilimin amacı olan bilinebilirliği yadsımaktadırlar. Bu bilinemezciliklere, çağdaş diyalektikten çok önce, Alman düşünürü idealist Hegel gereken karşılığı vermiştir: "Bir nesnenin bütün niteliklerini biliyorsanız nesnenin kendiliği (Fr. Chose en soi, Al. Ding an Sich, Os. Bizâtihi şey)'ni de biliyorsunuz demektir. Geriye bu nesnenin sizin dışınızda vorolmasından başka hiç bir şey kalmamaktadır. Duyularınız size bu gerçeği de öğrettiği zaman Kant'ın o ünlü bilinmezinin geri kalan yanını da kavramış olursunuz". Bununla beraber Kant, yaşamının son yıllarında, "inana yer bırakmak için bilgiyi sınırlandırmak" istediğini itiraf etmiştir. Gerçekten de bilinemezcilik her zaman Tanrıbilimden ve dolayısıyla egemen sınıflardan yana olmuştur. Çünkü nesnel gerçekliğin bilinemeyeceğini söylemek, insanları inana çağırmak demektir. Ünlü bir diyalektikçi şöyle der: "Böylesine görüşlerin niçin ileri sürüldüğü sorulabilir. Çünkü bilgi ışık saçar, ışıksa herkesi hoşnut etmez. Karanlık çıkarlar ancak karanlıklarda elde edilir. Bilgiyle aydınlanan insan daha önce göremediği ve yapamadığı birçok şeyi görebilir ve yapabilir. Buysa karanlık saçan sömürücülerin ölesiye korktukları bir şeydir". Bilinemezcilik, biçimle özü ayrıştırmaktan ve görünüşten gerçeğe geçememekten doğmuştur. Antikçağ Yunan felsefesinde şüphecilik biçiminde belirmiş olan bilinemezcilik giderek bilimi yadsımaya varmış ve bilmeye uğraşmaktansa bilinemez saymanın kolaylığı ve rahatlığı içinde hızla yayılmıştır. Şüpheciler ya şüphe ettikleri için bilinemez sayıyorlar ya da bilinemez saydıkları için şüphe ediyorlardı. Onlar için bu bir yöntemdi, doğa bilimlerinden yararlanamayan düşünsel felsefenin aşırı tasarımlarına bir tepki olarak ileri sürülmüştü. Ama XVIII., XIX. ve XX. yüzyıl bilinemezcilerinin, böyle bir durumda bulunmadıkları gibi böylesine tepkileri de gereksemedikleri kesindir. Ünlü bir diyalektikçinin dediği gibi, "kauçuk yapıyoruz, demek ki kauçuğun ne olduğunu biliyoruz". Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm adlı yapıtında şöyle der: "Kavranamaz nesneler, bilimin dev adımlarıyla ilerlemesi sırasında kavrandılar, çözümlendiler, üstelik yeniden üretildiler. Üretebildiğimiz şeyin bilinemez olduğunu elbette düşünemeyiz... Bugün de bilmediklerimiz vardır, ama bugün bilmediklerimizi yarın bileceğimizden şüphe etmeye hiç bir neden yoktur".
Bircilik - Bir şeyin tek bir öğeden oluştuğunu savunan görüş.
Bismarck ve Beust (Avusturya-Macaristan şansölyesi), işçi sınıfı hareketine karşı ortak bir mücadele başlattılar. 17 Haziran 1871'de Bismarck, Beust'a Enternasyonalin faaliyetlerine karşı Almanya'da ve Fransa'da alınan önlemlere ilişkin bir muhtıra gönderdi. Alman ve Avusturya imparatorları, Enternasyonale karşı alınacak önlemleri görüşmek üzere Ağustos 1871'de Gastein'de ve Eylülde de Salzburg'da özel toplantılar yaptılar. Enternasyonale karşı başlatılmış olan genel kampanyaya İtalyan hükümeti de katıldı. Ağustos 1871'de Napoli kesimini kapattı ye başta Th. Cuno olmak üzere Enternasyonalin üyelerini cezalandırmaya başladı.
1871'in ilkyazında ve yazında, İspanyol hükümeti de, işçi örgütlerine ve Enternasyonalin kesimlerine karşı baskı önlemlerine başvurdu; bu durum, İspanyol Federal Konseyi üyeleri Mora'yı, Morogo'yu ve Lorenzo'yu Lizbon'a gitmek zorunda bıraktı.
Blanc, Louis (1811-1882). – Fransız yazar ve siyaset adamı. 1840 yılında Emeğin Örgütlendirilmesi adında, sosyalist çevrelerde ve işçi çevrelerinde büyük bir başarı kazanan bir yapıt yazdı. Başlıca tarihsel çalışmaları şunladır: 1841’de çıkan On Yılın Tarihi (1830-1840); 1847’de çıkan Fransız Devriminin Tarihi. Louis Blanc sınıf savaşını reddeder ve toplumun sosyalist dönüşümünü reformlar yoluyla, bu arada devlet tarafından desteklenen genel halk atölyelerinin örgütlendirilmesiyle gerçekleştirmeyi umar.
Burgravlar – Yasama meclisinin yeni bir seçim yasası hazırlamakla görevli komitesindeki önde gelen 17 orleancı ve meşruiyetçi üyeye, sınırsız -yetki iddiasında bulunmaları ve gerici özlemler taşımaları yüzünden verilen addı. Bu ad, Victor Hugo'nun tarihsel piyesinden alınmıştı. Bu piyes, imparator tarafından atanan "burg" (kale) komutanına Burg-Grof dendiği ortaçağ Almanya'sında geçiyordu.
Büchner, Friedrich- Karl-Christian-Ludwig (1824-1899). – alman filozof ve doğabilimcisi. Tubingue Üniversitesinde profesör. Kuvvet ve Madde adında kitap yayınlamıştır. Bu kitapta materyalist savları savunmuştur ve bu, görevden çıkarılmasına yol açmıştır. Birçok gazete makalesi ve materyalist kavram ve anlayışları halka indirmek amacıyla birçok yapıt yazmıştır.
Brumaire — Fransız cumhuriyetçi takviminde bir ayın adı. 18 Brumaire (9 Kasım 1799) Napoléon Bonaparte'ın askeri diktatörlüğünün kurulmasını sağlayan hükümet darbesinin yapıldığı gün. "18 Brumaire'in ikinci baskısı" dendiğinde Marks, 2 Aralık 1851 hükümet darbesini kastetmektedir.
Brüksel Kongresi (1.Enternasyonal) – 6-13 Eylül 1868 tarihlerinde yapıldı. Marx, bu Kongrenin hazırlıklarına etkin bir biçimde katıldı ama toplantılarında bulunmadı. Kongrede İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, İsviçre, İtalya ve İspanya işçilerini temsil eden yaklaşık 100 delege vardı. Kongre, demiryollarının, yeraltı kaynaklarının, madenlerin, ormanların ve ekilebilir toprakların kamu mülkiyetine aktarılmasının zorunluluğu konusunda önemli bir karar kabul etti. Bu karar, Fransız ve Belçikalı prudoncuların çoğunluğunun kolektivist bakış açısını benimsemiş olduklarını ve Enternasyonal içerisinde proleter sosyalizmin küçük-burjuva reformculuğu üzerinde zafer kazanmış olduğunu gösteriyordu. Kongre, ayrıca, Marx'ın sekiz saatlik işgünü, makinelerin kullanımı, Barış ve Özgürlük Ligasının Bern Kongresine (1868) karşı takınılacak tavır konularında önerdiği kararları ve, bir de, Alman delegasyonu adına Lessner'in önerdiği ve bütün ülkelerin işçilerine Marx'ın Kapital'ini incelemelerini ve bu yapıtın Almanca'dan öteki dillere çevrilmesini salık veren bir kararını kabul etti.
Bacchus ya da Dyonisos – Eski Yunan mitolojisinin tanrısı. Önceleri insanın yaratıcı güçlerini uyandıran tanrı, sonradan şarap tanrısı. Büyük İskender'in Asya seferinden sonra Dyonisos'un da Hindistan ve öteki Asya ülkelerindeki gezisi miti ortaya çıkmıştır.
Bağımlı değişken [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Açıklanan değişken; sonuç; araştırmacıyı rahatsız eden, açıklanması istenen durum.
Bağımsız değişken [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Açıklayan değişken veya ara değişken; neden.
Bakunin, Mihail (1814-1876). — Rus devrimcisi, anarşizm teorisyeni…
Barış ve Özgürlük Ligası – Çeşitli küçük-burjuva ve burjuva cumhuriyetçileri ve liberalleri tarafından 1867'de İsviçre'de kurulan burjuva-pasifist bir örgüt.
Eylül 1868'de Bern'de toplanan Kongresinde, Bakunin'in kendi hazırladığı karmakarışık sosyalist programı ("sınıfların toplumsal ve iktisadi eşitliği", "devletin ve miras hakkının kaldırılması", vb.) kabul ettirme çabasına değiniliyor. Bu projesi oyçokluğu ile reddedilince, Bakunin, bu Ligadan ayrılmış ve Uluslararası Sosyalist Demokrasi İttifakını kurmuştur.
Bauer, Bruno (1809-1882). — Filozof ve din konusunda eleştirmen. Önce hegelci okulun sağ kanadına katılmıştır. 1839’da Bonn’a profesör atanmıştır, sonra, sol-hegelciliğe doğru kaymıştır ve kısa zamanda sol-hegelcilerin başı olarak tanınmıştır. Bir süre onun dostu ve silah arkadaşı olmuş olan Marx ve Engels, Kutsal Aile adlı yapıtlarında Bruno Bauer’e ve kardeşi Edgard Bauer’e kıyasıya saldırdılar. Bruno Baueri yaşamının sonuna doğru Bismarck’ın savunucusu oldu.
Bayle, Pierre (1637-1706). – Fransız filozofu. Aralarında Tarih ve Eleştiri Sözlüğü de olan boşinanlarla savaştı bir çok yapıtın yazarıdır.
Belit (Aksiyom) - Başka bir önermeye götürülemeyen ve tanıtlanamayan, böyle bir geri götürme ve kanıtı da gerektirmeyip, kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin temeli ve ön dayanağı olan temel önerme. Ne türlü bir belitten yola çıkılırsa o türlü bir sonucu varılır. Belitlere dayanan bir felsefe, belitlerin yanlışlığı meydana çıkınca çöker. 1) Mantık: Mantıkta belit terimi, bir şeyi tanıtlamak için kullanılan tanıtlanmayı gerektirmeyecek kadar açık ilke anlamını veriri tanıtlanmayı gerektirmediği gibi tanıtlanamazda. Çünkü tanıtlama, daha da açıklamak demektir, buysa daha çok açıklanamaz. Her belit bir ilkedir, ama her ilke bir belit değildir. Örneğin, “her bütün kendini meydana getiren parçalarından büyüktür” ilkesi bir belittir, buna karşı Einstein’in görelilik ilkesi bir belit değildir. Metafizik dünya görüşünün ürünü olan bütün mantıklar, “bir şey kendisinin aynıdır” önermesiyle dile getirilen özdeşlik ilkesini belit saymışlardır. Hegel’in diyalektik mantığı bunun doğru olmadığını meydana koymuştur. Bir şey kendisiyle bile aynı değildir, çünkü sürekli olarak değişmektedir. 2) Matematik: nicelikler arasındaki orantıları dile getiren zorunlu önermeler, matematikte belit adıyla tanımlanırlar. Örneğin, “bir üçüncü niceliğe ayrı ayrı eşit olan nicelikler birbirine eşittir”, “eşit niceliklere eşit nicelikler eklenirse toplamları da eşit olur”. Matematiksel belit, mantıksal belitin niceliklere uygulanmasıdır. Aralarında başkaca bir anlam ayrılığı yoktur. 3) Dekartçılık: Descartes ve başta Spinoza olmak üzere izdaşları felsefelerini belitlere dayarlar. Örneğin Descartes, felsefesini “düşünüyorum, öyleyse varım” belitinden çıkarak kurmuştur. Spinoza’da ünlü Etika’sında örneğin, “başka bir şeyle tasarlanmayan şeyin kendisiyle tasarlanması gerekir” gibi belitlerden yola çıkar. Ne var ki, ne türlü bir belitten yola çıkılırsa o türlü bir sonuca varılır. Bundan başka, bu belitler, “parçalarının toplamı bütüne eşittir” gibi belitler gücünde değildirler. Daha açık bir deyişle, Dekartçıların belitleri öznel, kendilerince belit sayılmış belitlerdir. Nitekim Cogito’nun yüzyıllarca önceki biçimini çürütmek için, “bin altın düşünüyorum, öyleyse bin altınım var” önermesi ileri sürülmüştür.
Belle-Isle — Biskaye körfezinde siyasal mahpuslar için cezaevi olan bir ada.
Berthelot, Pierre-Eugene-Marcelin (1827-1907). – Ünlü Fransız kimyacısı. Basit cisimlerin yardımıyla organik bileşkelerin bileşimi üzerinde sayısız çalışmaları ile hemen hemen bütünüyle yarattığı gerçek kimyasal mekaniği, yani termoşimiyi kendisine borçluyuz. 600’den fazla inceleme yazısı yayılanmıştır.
Betimleme (tasvir) - Somut gerçekliği içinde bir nesnenin, kendine özgü belirtilerini elden geldiğince tam ve açık seçik bir biçimde göz önüne serme.
Beyaz Gömlekliler - İkinci İmparatorluğun (Prusya-Alman İmparatorluğu) polisi tarafından örgütlendirilmiş çeteler. İşçi olduklarını iddia eden sınıf-dışı öğelerin oluşturdukları bu çeteler, yetkililerin gerçek işçi örgütlerini ezmelerine bahaneler sağlamak amacıyla provokatif gösteriler örgütlemişler, huzursuzluk yaratmışlardır.
Biçim (Form) - Nesnelerin dış görünüşüdür. Metafizikte bir nesnenin, gizil ilkesi olan, hammaddeden ayırt edilen etkin belirleyici ilkesi.
Platon bugün biçim sözcüğü ile karşılanan eidos terimini bir şeyi o şey yapan kalıcı gerçeklik ile sonlu ve değişmeye uğrayan tikelleri ayırmak için kullanmıştır. Plâtoncu biçim kavramı, da Pytagarosçı kurama dayanır. Bu kurama göre, nesnelerin ayırt edici özelliklerini veren maddi öğeler değil, Pythagoras’ın sayısal olarak adlandırdığı kavranabilir yapılardır.
Madde ve biçim arasındaki ayrımı ilk kez ortaya atan Aristoteles’tir. O’na göre madde kendi içinde bir nesne değil, nesnelerin oluşumunda bulunan farklılaşmış temel öğedir. Tikel nesnelerin, bu temel öğeden oluşmaları farklılaşma süreci ile gerçekleşir. Bu süreç içinde belirli biçimler alan nesneler de kavranabilir dünyayı oluşturur. Madde gizil öğe, biçim ise gerçekleşen öğedir.
Alman filozof Kant’a göre, biçim zihnin, bir özelliği birey tarafından nesneye yükleniyordu. Kant’a göre mekân ve zamanın duyarlılığı iki apriori biçimindedir. İnsanın kendi başına zaman ve mekân deneyimi olmasa bile insanın mekân ve zaman dışı deneyiminin olmayacağını savundu.
Blgi - Öznenin amaçlı yönelimi sonucunda, özne ile nesne arasında kurulan ilişkinin ürünü olan şeydir. Nesnelere yönelen özne onlar üzerine düşünerek, zihinsel bir etkinlik geliştirir. Bu etkinlik sonucu kavramlara ve kavramlardan da önerme ve çıkarımlara varılır. Bilgi aktı, özneden objeye bilinç etkinliğidir. Bilgi akt'ları algılama, anlama ve açıklama şeklinde olabilir.
Algılama aktı, somut nesneler üzerinde yapılan duyu deneyleri sonucunda elde edilir. Anlama aktı, doğruyu bütünüyle sezgisel ya da zihinsel anlamadır. Açıklama aktı, bir şey hakkındaki ilk bilgiden yola çıkarak son bilgiye ulaşma çabasıdır. Bilgi çeşitleri 6'ya ayrılır. a) Gündelik Bilgi: İnsanların sıradan deneyimleri sonucu elde ettikler bilgilerdir. Neden-sonuç ve yönteme dayanmaz. Kişinin algı ve sezgilerine dayanır. Bilimsel ve geçerli değildir. Sistemsizdir. b) Dinsel Bilgi: Özne ve nesne arasındaki bağ, yüce bir varlık tarafından belirlene bir inanç sistemine dayanıyorsa buna dinsel bilgi denir. Dinsel bilgi değişmez, kesin bir bilgidir. Amacı insana manevi yaşam ve yaratan hakkında inanca dayalı bilgi vermektir. c) Teknik Bilgi: Öznenin nesneyi pratik amaçları için değiştirme ve ondan alet yapma bilgisidir. Pratik bir bilgi olup insana yarar ve kolaylık sağlar. d) Sanatsal Bilgi: Sanatçı, nesneye yönelerek onda gördüğü bir şeyi elindeki malzemeyle ifade etmeye çalışmasıdır. Yara gibi bir amacı yoktur. Doğadaki nesneleri kullanmasına rağmen, doğada olmayan bir güzelliği eserine katar. e) Bilimsel Bilgi: İnsanın aklıyla belli bir konuya yönelerek elde ettiği yöntemli, sistemli, düzenli, geçerli, kanıtlana bilinir ve denetlene bilinir nesnel bilgiye denir. f) Felsefi Bilgi: Felsefi bilgi, evreni, varlığı, insanı, doğayı parçalara ve konulara bölmeden bir bütün olarak anlamaya çalışır. Felsefi bilgi insanın aklıyla ortaya koyduğu tümel düşüncelerdir. Felsefi Bilgi; araştırma ve eleştiriye dayalıdır, akla dayanır. Mantık ilkelerine dayalı akıl yürütmelerdir, Soyut ve kavramsal olduğu için evrenseldir, birleştirici ve bütünleyicidir, Özneldir bir bitmişlik yoktur.
1) Formel Bilimler: Konusunu doğadan almayan yani duyu ve deneyime dayanmayan fakat duyular üstü bir ideal varlık alanını ele alan bilim dallarıdır (matematik. Mantık) Formel bilimler, sembolleri kullanarak kendilerini ifade ettikleri için aynı zamanda bir ideal; yani yapay anlatım biçimidir. Bundan dolayı diğer bilimlerle oranla daha nesneldir. Doğa insan bilimleri sembolleri kullanarak daha nesnel olmayı amaçlar. 2) Doğa Bilimleri: Nedensellik ilkesine göre, yani aynı koşullar altında hep aynı sonuçların çıkacağı ilkesine dayanan doğa bilimleri deneysel yöntemi temele alır. Konu alanı içinde doğa bilimleri (fizik), yaşam bilimleri yer alır. Temel özelliği olgusal ve deneysel olmalarıdır. Olgusaldır. Çünkü olgular ile neden - sonuç ilkesini araştırır. Nedenseldir. Çünkü Doğa bilimleri genel, kesin, tümel, doğru yasalara ulaşmayı amaçlar. 3) İnsan Bilimleri: İnsanı değişik boyutlarıyla inceleyen bilgi türüdür. İnsan bilimleri; antropoloji, sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi, dil bilimi ve tarihtir. Bu bilimler insanın yapıp ettikleriyle ve ne yapacaklarıyla ilgilenir. Fakat kesin bir yasaya varamazlar.
Bilgicilik (Sofizm) - Eski Yunan’da İ.Ö 5. yüzyılın ikinci yarısından İ.Ö 4. yüzyılın başlarına değin para karşılığı felsefe öğreten gezgin felsefecilerin (sofistler) oluşturdukları akıma bilgicilik denir.
Sofist deyimi, bilgeliği yeğleyen öğreti, bilgi öğretmeni, siyasada yararlı olma sanatı, söz söyleme sanatı anlamlarında kullanılmıştır. İ.Ö 5. yüzyıl, antik çağ Yunan felsefesinde bilgicilik akımının egemen olduğu çağdır. İlk düşünür sayılan Thales’den beri ortaya atılan sayısız varsayımlar, sonunda insan zekâsını şahlandırmış ve bütün olup bitenleri yeniden gözden geçirerek kıyasıya eleştirmeye yöneltmişti. Doğa bilimlerinin denetiminden yoksun insan düşüncesi, varlığın temeli konusunda daldığı hayal âleminden kendisine dönüyordu. Bilgicilik akımının inceleme amacı, insanın kendisiydi. Protagoras’ a göre , “insan her şeyin ölçüsüydü.” Bilgi, teorik bir merak değil, pratik bir yarar olmalıydı. Protagoras “tanrılara gelince, ben onların ne var olduklarını ne de yok olduklarını bilirim” diyordu. Bilgici Hippias, giydiği elbiseyi kendisi diktiği için “ bağımsızlığa kavuşmakla” övünüyordu. İnsan her türlü yapma bağlardan kurtulmak ve insansal yasanın (nomos) yerine doğal yasa (physis) konulmalıydı.
Bilgiciler, özdekçi düşünceleri sürmekle beraber, ürünü oldukları idealist çizgiyi sürdürmüşler ve dünyayı tanıma olanağını yadsımışlardır. İşte bu idealist çizgidir ki, bir yandan bilgicilik akımını yozlaştırarak felsefeyi güzel söz söyleme sanatına dönüştürürken diğer yandan idealist ilkelerin gelişmesi sürecini doğurmuştur.
Bilgi Kuramı - Neyi, nasıl bilebileceğimizle ve bilginin ne olduğuyla ilgilenen felsefe koludur.
Bilim – Sözlüklerde ve ansiklopedilerde bilimin değişik tanımları vardır. Sanırım bu tanımların hiçbirisi bilimi eksiksiz olarak açıklayamaz.
Cumhuriyet'te ve Cumhuriyet Bilim Teknik'te bilimin tanımı ya da açıklaması çok yapılmıştır. Bunlara bir yenisini eklemenin bir yararı olabilir mi? Bu soruyu, biraz minder dışına kaçarak yanıtlama olanağı vardır. Aşkı binlerce yazar anlatmıştır. Gene de, her gün yeniden anlatılmaktadır ve insanoğlu var oldukça anlatılmaya devam edilecektir. Ama hiçbirisi aşkı eksiksiz anlatamamıştır ve anlatamayacaktır. Belki bilim de böyledir; onun eksiksiz bir tanımı yapılamaz. Ancak, bir temele dayanabilmek için, bir yerden başlamak iyi olacaktır.
TDK sözlüğünde bilim şöyle tanımlanıyor: Bilim: "Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi." "Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi."
"Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir ereğe yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci."
Bilim ile uğraşan bir kişinin bu tanımları yeterli bulmayacağını söylemeye gerek yoktur. Bu nedenle, bilimin eksiksiz bir tanımını yapmaya kalkışmak yerine, onu açıklamaya çalışmak daha doğru olacaktır.
İnsan doğaya egemen olmak ister!
Derler ki insanoğlu varoluşundan beri doğayı bilmek, doğaya egemen olmak istemiştir. Bu nedenle, insan varoluşundan beri doğayla savaşmaktadır. Son zamanlarda, bu görüşün tersi ortaya atılmıştır: İnsan doğayla barış içinde yaşama çabası içindedir.Bence bu iki görüş birbirlerine denktir. Bazı politikacıların dediği gibi, sürekli barış için, sürekli savaşa hazır olmak gerekir.
Gök gürlemesi, şimşek çakması, Ay'ın ya da Güneş'in tutulması, hastalıklar, afetler, vb. doğa olayları bazen onun merakını çekmiş, bazen onu korkutmuştur.
Öte yandan, bu olgu, insanı, doğa korkusunu yenmeye ve merakını gidermeye zorlamıştır. Korkuyu yenebilmenin ya da merakı gidermenin tek yolunun, onu yaratan doğa olayını bilmek ve ona egemen olmak olduğunu, insan, önünde sonunda anlamıştır. Peki, insanoğlunun doğayla giriştiği amansız savaşın tek nedeni bu mudur? Başka bir deyişle, bilimi yaratan güdü, insanoğlunun gereksinimleri midir?
Elbette korku ve merakın yanında başka nedenler de vardır. İnsanın (toplumun) egemen olma isteği, beğenilme isteği, daha rahat yaşama isteği, üstün olma isteği vb. nedenler bilgi üretimini sağlayan başka etmenler arasında sayılabilir. İnsanın korkusu, merakı ve istekleri hiç bitmeden sürüp gidecektir. Öyleyse, insanın doğayla savaşı (barışma çabası) ve dolayısıyla bilgi üretimi de durmaksızın sürecektir.
Bilim neyle uğraşır?
Bilimin asıl uğraşı alanı doğa olaylarıdır. Burada doğa olaylarını en genel kapsamıyla algılıyoruz. Yalnızca fiziksel olguları değil, sosyolojik, psikolojik, ekonomik, kültürel vb. bilgi alanlarının hepsi doğa olaylarıdır. Özetle, insanla ve çevresiyle ilgili olan her olgu bir doğa olayıdır. İnsanoğlu, bu olguları bilmek ve kendi yararına yönlendirmek için varoluşundan beri tükenmez bir tutkuyla ve sabırla uğraşmaktadır.
Başka canlıların yapamadığını varsaydığımız bu işi, insanoğlu aklıyla yapmaktadır.
Bilimin gücü
Bilim, yüzyıllar süren bilimsel bilgi üretme sürecinde kendi niteliğini, geleneklerini ve standartlarını koymuştur. Bu süreçte, çağdaş bilimin dört önemli niteliği oluşmuştur: çeşitlilik, süreklilik, yenilik ve ayıklanma. Şimdi bunları kısaca açıklamaya çalışalım.
Çeşitlilik: Bilimsel çalışma hiç kimsenin tekelinde değildir, hiç kimsenin iznine bağlı değildir. Bilim herkese açıktır. İsteyen her kişi ya da kurum bilimsel çalışma yapabilir. Dil, din, ırk, ülke tanımaz. Böyle olduğu için, ilgilendiği konular çeşitlidir; bu konulara sınır konulamaz. Hatta, bu konular sayılamaz, sınıflandırılamaz.
Süreklilik: Bilimsel bilgi üretme süreci hiçbir zaman durmaz. Kırallar, imparatorlar ve hatta dinler yasaklamış olsalar bile, bilgi üretimi hiç durmamıştır; bundan sonra da durmayacaktır.
Yenilik: Bir evrim süreci içinde her gün yeni bilimsel bilgiler, yeni bilim alanları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, bilime, herhangi bir anda tekniğin verdiği en iyi imkânlarla gözlenebilen, denenebilen ya da var olan bilgilere dayalı olarak usavurma kurallarıyla geçerliği kanıtlanan yeni bilgiler eklenir.
Ayıklanma: Bilimsel bilginin geçerliği ve kesinliği her an, isteyen herkes tarafından denetlenebilir. Bu denetim sürecinde, yanlış olduğu anlaşılan bilgiler kendiliğinden ayıklanır; yerine yenisi konulur.
Bilimsel düşünce – Bilim temeline dayanan, özgür, eleştirici, araştırıcı ve bağımsız düşünce.
Bilimsel Toplumculuk = Bilimsel Sosyalizm (Os. İlmî sosyalizm, Fr. Socialisme scientifique) – Marksist sosyalizm... Bilimsel toplumculuk deyimi, Alman düşünürü Karl Marx'ın sosyalizmini ütopyacı ya da düşçü sosyalizmden ayırır. Marx'ın materyalist ve tarihsel diyalektiğine bilimsel adının verilmesi, bu diyalektiğin bilimsel bir yönteme, deney ve gözlemlere dayanması ve bunlarla doğrulanması nedenine dayanır. Karl Marx, toplumsal değişimlerin, doğasal değişimlerde olduğu gibi, belli yasalara bağlı olduğunu göstermiştir. Yasalara bağlılık, bilimselliğin nedenidir. Bilimsel sosyalizm, üstün kişilerin düşünsel tasarımlarına değil, nesnel gerçekliğin belli yasalarına bağlıdır. Bilimsel sosyalizm, Marksizm’in ayrılmaz bir parçasıdır ve sosyo-ekonomik yasaların kesin bir zorunluluğudur. Bu zorunluluk, eskimiş üretim ilişkileriyle gittikçe gelişen üretim güçleri arasındaki uyuşturulamaz karşıtlığın doğurduğu bilimsel bir zorunluluktur.
Bilinç (Os. Şuur, İstiş'ar, Zamir, Hatır, İdrâk, İlim, Vukûf, Vicdân, Hissi bâtın, Hissi nefis, Akide, İtikat, İnsâf, Derûn; Fr. Conscience, Al. Bewusstsein, Selbstbewusstsein; İng. Consciousness, İt. Coscienza) – İnsanın çevresini ve kendisini anlamasını sağlayan anlıksal süreçlerin toplamı. 1) Etimoloji: Osmanlıca şuur anlamını veren Türkçe bilinç terimi bilmek mastarından, Osmanlıca vicdan anlamını veren Türkçe bulunç terimi bulmak mastarından türetilmiştir. Bu türetimde Osmanlıca terimlerin Arapça anlamları göz önünde tutulmuştur. Her iki anlam da Hind-Avrupa dil grubuna bağlı Fransızca, İngilizce ve İtalyancada aynı terimle dile getirilir. Terim, Hind-Avrupa dil grubunun kesmek ve yarmak anlamlarını veren skei kökünden türemiş, Latince aynı bilgilere sahip olduklarından ötürü kişiler arasında kurulan dayanışma anlamını veren conscientia sözcüğü aracılığıyla bu dillere geçmiştir. Terimin bu dillerdeki ilk anlamı bulunç (Fr. Conscience morale)'tu, sonradan bilinç (Fr. Conscience psychologique) anlamına kaymıştır. 2) Metafizik: Metafizikte bilinç insandan bağımsız bir güçtür ve insana verilmiştir, evrensel ya da Tanrısaldır. Metafizik düşünme dizgesi içinde yer alan idealizme göre de bilinç, maddeden ayrı ve bağımsız bir güçtür. Bu savda temellenen idealizm antikçağ Yunan düşünürü Anaksagorasla başlar. Anaksagoras nus adı altında bir evrensel us düşünmüş ve onu maddenin karşısına koymuştur. Aristoteles'in deyişiyle, "Anaksagoras, nusun yaratan ve maddenin yaratılan olduğunu söylemiştir. Çünkü her şey bir aradayken nus gelip düzenlemiştir". Bu anlayış, bilinç'le maddeyi birbirinden tümüyle ayrı şeyler sayan Descartes'dan geçerek, onu, evrenselleştiren Hegel'de ulaşır. Hegel'e göre önce evrensel bir bilinç vardı ve bütün doğa bu evrensel bilincin ürünüdür, doğa diyalektik evriminin sonunda, gene bu bilince ulaşarak kendi kendini tanıyacak ve evrim böylelikle son bulmuş olacaktır. İdealist akımın karşısında yer alan ve antikçağ Yunan düşünürü Demokritosla başlayan materyalist akım, kaba ya da Vülger materyalistler adıyla adlandırılan bilim-öncesi materyalistlerinin bilinç'i maddeyle aynılaştırmalarıyla uçlaşır. Bunlara göre de, "Karaciğerin safra salması gibi beyin de bilinç salar". İdealist akımın düştüğü yanılgı kadar yanlış olan bu sonuç, bilim-öncesi materyalistlerinin gerçekte tek yanlı metafizik düşünme sistemine bağlılıklarından doğmaktadır. 3) Ruhbilim: Ruhbilimde bilinç terimi, öznenin kendini sezişi ya da kendinin farkına varışı anlamında kullanılır, algı ve bilgilerin anlıkta izlenmesi süreci olarak tanımlanır. Geniş anlamda bilinç, usun kullanılmasıdır. Ruhbilimsel açıdan insan, kendi varlığını ancak bilinciyle aşabilir. Türk Dil Kur umunca bilinç'le ilgili çeşitli ruhbilim terimleri önerilmiştir (Bk. Ruhbilim Terimleri Sözlüğü, TDK yayını, birinci baskı, s. 35-36): Anımsamayı sağlayamayacak aşamadaki öğrenme bilinçdışı öğrenme (İng. Subliminal learning). Belli bir anda insanın aynı zamanda algılayabileceği nesnelerin toplamı bilinç genişliği (İng. Span of consciousness), bilinç sürecini denetlediği ileri sürülen beyin yeri bilinç katı (İng. Seat of consciousness), hekime duyulan güvensizlik ya da utançtan ötürü verilmesi gereken bilgileri saklama bilinçli direnç (İng. Conscious resistance), bir küme yaşantının ötekilerden ayrılarak kendi içlerinde örgütlenmesi bilinçliliğin bölünmesi (İng. Split-off consciousness), nesne ve olaylara karşı uyanık bulunma durumu bilinçlilik (İng. Consciousness), belli bir anda bilinçte bulunmayan ama anımsanıp bilince çağrılabilen anıların bilinçteki yeri bilinç öncesi (İng. Foreconscious, Preconscious), Fröydcülüğe göre baskıya alındıklarından ötürü doğrudan anımsanmamakla beraber gizli yollardan bilinci ve davranışları etkileyen etkenlerin tümü bilinçsiz bellek (İng. Unconscious memory), kişinin bilincinde olmadığı ve ancak davranışlarıyla yansıtabildiği eyleme geçme isteği bilinçsiz güdülenme (İng. Unconscious motivation) terimleriyle dile getirilmektedir. 4) Diyalektik: Diyalektik materyalist felsefeye göre bilinç; insanın düşüncesi, duygusu, iradesi, karakteri, heyecanı, anlağı, kanısı, sezisi vb. gibi bütün anlıksal süreçlerinin toplamıdır. Nesnel gerçekliğin insandaki yansıtıcısıdır. Maddesel olan insan beyninin bir özelliğidir. Önce maddesel doğa vardı. Doğasal evrim insana ve bilinç'e kadar gelişti. Bilinç elbette doğasal, eşdeyişle maddi bir üründür ama maddeyle ayrılaştırılamayacağı kadar aynılaştırılamaz da. Nitekim çocuk da annesinin ürünüdür ama annesinin aynı değildir. Bilinç, toplumsal bir üründür ve dil'le sımsıkı bağımlıdır. Dil olmaksızın bilinç de olamaz. Çünkü dil, başkaları için gerçekleşen pratik bilinçtir. Hayvanın ön ayaklarının elleşmesi ve ellerin emekte kullanılmasıyla başlayan insanlaşma, zorunlu toplumsallaşma olgusundan geçerek, dil-bilinç olgusunu meydana getirmiştir. Bilinç olgusu, insanların yaşma biçimlerinin ürünüdür. Öyleyse pek açıktır ki bilinç, insanların yaşama biçimlerini yansıtır. Ama bilinç sadece yansıtmakla yetinen basit bir ayna değil, belirmesiyle birlikte diyalektiğe girmiş etken bir güçtür. "Bir sarayda, bir kulübedekinden başka türlü düşünülür". Ama saray koşullarından doğan saray düşüncesi de saray koşullarını etkiler ve değiştirir. Marksist diyalektik ipinin iki ucundan biri eylem (pratik), öbürü de bilinç (teori)'dir. Çeşitli yanlış anlamalar ve yorumlar bu ipin iki ucunu birden elde tutamamaktan doğmaktadır. İnsansal girişkenlik (Fr. Initiative), bilinç'le gerçekleşir. İnsan, olaylardan oluşan bilinciyle o olaylara egemen olabilir. Bilim-öncesi felsefede insanların yaşaran biçimleri düşünme biçimleriyle açıklanırdı, oysa düşünme biçimleri yaşama biçimlerinin sonucuydu. İnsan, bilimsel olarak bunun bilincine vardıktan sonradır ki, bilinç'li etkenliğiyle yaşama biçimlerini de değiştirmeye başlamıştır. Hiç bir şeyi değiştiremeyen hayvansal çabayla her şeyi değiştirebilen insansal çaba arasındaki tek fark, insansal çabanın bilinç'li oluşudur. Engels şöyle der: "Bilinçli amaç, istenmiş bir erek olmaksızın hiç bir şey meydana gelmez". Bilinç, insanın, kendisini çevreleyen şeyleri fark etmesini, algılamasını ve algıladıktan sonra kavramasını gerçekleştirdiği gibi istemesini ve istediğini yapmasını da gerçekleştirir.
Marx da Alman İdeolojisi adlı yapıtında şöyle der: "İşte ancak şimdi, yani temel tarihsel ilişkilerin dört uğrağını gözden geçirdikten sonra insanın bir de bilinç'i olduğunu görüyoruz (Marx'ın saptadığı temel tarihsel ilişkilerin dört uğrağı: 1. ihtiyaçları karşılayan araçların üretimi, 2. Yeni ihtiyaçlar üretimi, 3. Soyun üretimi, 4. İşbirliği, eşanlamda belli bir üretim tarzı üretimi uğraklarıdır. O. H.). Ama gene de bu, arı bir bilinç değildir. Çünkü ruh, daha başlangıçta hava tabakaları, sesler, kısaca konuşma biçiminde beliren maddenin yükü altına sokulmuştur. Bilinç ne kadar eskiyse dil de o kadar eskidir. Dil, başkaları için var olan ve ancak bundan ötürüdür ki benim için de gerçekten var olan pratik bilinç'in ta kendisidir. Dil, tıpkı bilinç gibi, başkalarıyla ilişki kurma zorunluluğundan doğmuştur. Nerede bir ilişki varsa orada insansal bir şey vardır. Hayvanın hiç bir ilişkisi yoktur, hayvanın başkalarıyla ilişkisi onun için bir ilişki değildir. Demek ki bilinç, başlangıcından beri bir toplumsal üründür, insanlar var oldukları sürece de öyle kalacaktır". Demek ki insan topluluğunun dışında insan bilinci olamaz. Bilincin ürünü olan düşünce de, kendisinin maddi iskeleti olan dilin dışında var olamaz. Bundan ötürü bilinç, ilk anından beri dil temeli üstünde biçimlenir. Engels, konuşmanın ortaya çıkışının, maymun beynini adım adım bilinçlendirerek insan beynine dönüştürdüğüne özellikle dikkatleri çekmiştir.
Bilinçaltı (Tr. Ruhbilim) - Alt bilinç teriminin anlamdaşı. Gerçekte bilinç süreçleri olmadıkları halde bilinç süreçleri üstünde etkisi bulunan ruhsal süreçleri dile getiren alt bilinç ya da bilinçaltı deyimi, diyalektik felsefeyle idealist felsefeler açısından başka anlamlar taşıdığı gibi çeşitli yerli ve yabancı sözlüklerde çeşitli tanımlarla açıklanmaktadır. İdealist felsefeler onu, bilinç eşiğini aşamayan eksik algıların biriktiği bilinçdışı bir bölge saymışlardır. Öyle ki, Alman düşünürü Leibniz'in bulanık algı (Os. idrâkâtı müpheme, Fr. Perception obscure) adını verdiği bu eksik algıların bıraktığı bilinçdışı izler bu bölgede toplanıyor ve zaman zaman bilinci etkiliyordu. Bu bölge, esrarlı bir bölgeydi ve bilinmesi olanaksız izlerle doluydu. Bir zaman sonra Avusturyalı hekim Freud bu bölgenin sırlarını çözmeye çalışacaktı. Kimi sözlükçülerin güçsüzce bilinç (Os. Zayıfça şuûr, Fr. Faiblement conscient) deyimiyle dile getirdikleri bu bölge, Freud'cülere göre unutulmuş ya da törebilimsel baskılarla bilincin dışına atılmış anı ve isteklerin gizlendiği bir bölgedir. Bu bölgedekiler bilince çıkmak için çabalarlar ve insanı hasta ederler. Kimi sözlükçüler onu belli belirsiz edindiğimiz bilinç deyimiyle tanımlamaktadırlar. Kimi sözlükçüler de eşik altı (Os. Mâdûnüşuûr, Fr. Subliminal) deyimiyle anlamdaş sayarlar (Örneğin Bk. Cuvillier, Nouveau Vocabulaire Philosophique, Paris 1967, s. 178). Buna karşı Alman düşünürü Schopenhauer onu bilinmesi olanaksız bilinç temeli olarak tanımlar, daha açık bir deyişle, düşünüre göre bilinci bu bilinmesi olanaksızlar yönetmektedir. Oysa bilinçaltının ya da alt bilincin bilinemeyecek hiç bir yanı yoktur. Herhangi bir olguyu algıladığımızda onunla birlikte ve onunla ilişkili olarak bir takım yan olgular da algılarız, ama ne onların üstünde durur ve ne de dile getiririz. Bu yan olgular, temel olguyla ilişkili olduklarından, temel olgu üstündeki faaliyetlerimizde kimi zaman etken olurlar. Ya da önceden bildiğimiz, ama bu anda düşünmediğimiz öyle şeyler vardır ki bu andaki temel düşüncemizi, onunla ilişkili oldukları için, etkilerler. Alt bilinç ya da bilinçaltının bütün esrarı bundan ibarettir.
Bilinemezcilik (Agnostisizm) - Gerçek ve mutlak varlığın, kendinde nesnelerin (Tanrı gibi) bilinemeyeceği kanı ve öğretisi.
Bilme: Bir şeyin ne olduğunun bilincine varma.
Bireycilik - 1) (Genel olarak) a. Bütüne, genele değil de, bireye, tek olana üstünlük tanıyan görüş. b. Bireyin kendine dayanması eğilimi.
2) (Fizikötesi açısından) a. Yalnızca tek olanın, bireyin bağımsız gerçekliği olduğunu; b. Gerçekte yalnız bireylerin bulunduğunu, tümel terimlerin gerçeklikte hiç bir karşılığı olmadığını savunan öğreti.
3) (Yöntem- bilim açısından) Tarihsel ve toplumsal olayların açıklanmasını bireysel ruhbilime dayandıran görüş.
4) (Gelenekçiliğin karşıtı olarak) Kurulu düzene eleştirmeden uyma yerine, bireylerin toplumda her türlü kurum, inanç, kanı ve eylem üzerinde tartışıp bunları yargılamaları gerektiğini savunan görüş (düşünce bağımsızlığı).
5) Toplumun kendi başına bir ereği olmadığı gibi, kendini kuran bireylerin üstünde bir ereğe araç da olmadığını savunan görüş. Bu görüşe göre, toplumsal kurumların ereği: a) bireylerin mutluluğu, b) bireylerin yetkinliği olmalıdır; böylece, bireyin ereğine erişmesi için toplum ve devlet yardımcı araç olacaktır.
6) Kişiliğin ve kişisel sorumluluğun kaldırılamayacağını dile getiren görüş.
7) Yaşamın, özellikle toplumsal yaşamın tek kişiler üzerinde kurulduğunu ileri süren ve bu tek kişileri özce aynı türden ve eşit haklı olarak kabul eden öğreti (aydınlanma felsefesi).
8) Başkalarıyla karşılaştırılamayan niteliksel özelliği ve bir kezliği içinde bireyin kendi değeri üzerindeki kanı. (Shaftesbury, Herder)
9) Seçkin bireycilik: Bütün bireyleri eşit görmeyip, kimi bireylere özel koşulları ve özel nitelikleri dolayısıyla ayrı bir yer veren görüş. (Nietzsche)
10) (Ekonomik yaşamla ilgili bireycilik): Her bireyin özgür olarak kendi ölçülerine göre kendi ekonomik işlerini düzenleyebileceğini savunan görüş. (Bırakınız Yapsınlar ilkesi)
Bilinemezcilik (Os. Lâedriye, Lâirfâniye, Lâyûrefîye; Fr. Agnosticisme, Al. Agnosticismus, İng. Agnosticism, İt. Agnosticismo) - Nesnelerin kendiliklerinin hiç bir zaman bilinemeyeceğini ileri süren felsefe akımı... Bilinemezcilik terimi, ilkin, İngiliz düşünürü Huxley tarafından Yunanca bilinemez anlamını veren agnôstos sözcüğünden türetilerek kendi öğretisini adlandırmak için kullanılmıştır ve pek yenidir. Terim, daha sonra, geriye götürülerek bütün bilinemezci öğretileri kapsamıştır. Bilinemezcilik, tarihsel olarak, bilimin denetinden yoksun insan düşüncesinin düştüğü büyük yanılgılara bir tepki olarak belirmiştir. Bu tepkiyi ilkin antikçağ Yunan bilgicileri göstermişlerdir, duyumcu olan bu sofistlere göre bilgi duyuların sonucudur, duyularımızla elde ettiğimizin dışında başkaca hiç bir bilgiye erişemeyiz. Her kişinin duyusu kendine göre olduğundan her kişinin bilgisi de zorunlu olarak kendine göre olacaktır, herkes için geçerli bir bilgi olamaz. İnsan, kendisi için bilinebilecek tek şeyle, kendisiyle yetinmelidir. Antikçağ Yunanlıları, tarihsel koşulları içinde, bu tepkiyi göstermekte haklıydılar. Ne var ki bilinemezcilik akımı Kant'dan, Auguste Comte'dan, Spencer'den, William James'den geçerek yüzyılımızın ilginç düşünürleri Sartre'lara ve Camus'lere kadar sürüp gelmiş bulunmaktadır. Kant'a göre ancak görünen bilinebilir, öz bilinemez:, "Bizler sırlarla dolu bir evrende bir rüyanın rüyasını görmekteyiz. Gerçekte bildiğimiz hiç bir şey yoktur. Bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylardır. O olaylar ki, bilmediğimiz bir objeyle asla bilemeyeceğimiz bir süjenin birbirlerine olan ilişkisinden doğmuştur". Amerikalı pragmacı William Jamese göre, "İnsanın evrendeki durumu, bir kedinin kitaplıktaki durumu gibidir. Görür ve işitir, ama hiç bir zaman anlayamaz". Pozitivist Auguste Comte'a göre, "Nesneler üstü metafizik kadar nesnelerin kendisi fizik de bilinemez. Bilim, bu iki bilinemez alanın ortasında, sadece duyularımızla algıladığımız deney ve gözlemlerin konusu olan olgularla uğraşabilir". Akıma adını koymuş olan on dokuzuncu yüzyıl İngiliz düşünürü Huxley de aynı kanıdadır. Yirminci yüzyılın Fransız düşünürü Camus'ye göre de, "Evren uyumsuzdur ve bilinemez. İşte ağaç sertliğini duyuyoruz. Bu kadarla yetinmek zorundayız. Bilim, giderek bize elektronların bir çekirdek çevresinde toplandıkları görünmez bir gezegenler takımından söz edecektir. Bu bir varsayımdır. Böylece dönüp dolaşıp şiirin alanına geldiğimizi ve hiç bir şeyi bilemeyeceğimizi anlarız"... Bütün bu yanlış düşünceler çağdaş diyalektiği bilmemenin ya da bilmez görünmenin sonucudur. Metafizik bilinemezcilik haklıdır, çünkü metafizik birtakım gerçekdışı tasarımlarla uğraşır, gerçek olmayan şey yok demektir ve yok olan şey de elbette bilinemez. Oysa bilimci olduklarını iddia eden bütün bilinemezcilikler bilimdışıdırlar, çünkü bilimin konusu olan nesnelerin kendilikleriyle bilimin amacı olan bilinebilirliği yadsımaktadırlar. Bu bilinemezciliklere, çağdaş diyalektikten çok önce, Alman düşünürü idealist Hegel gereken karşılığı vermiştir: "Bir nesnenin bütün niteliklerini biliyorsanız nesnenin kendiliği (Fr. Chose en soi, Al. Ding an Sich, Os. Bizâtihi şey)'ni de biliyorsunuz demektir. Geriye bu nesnenin sizin dışınızda vorolmasından başka hiç bir şey kalmamaktadır. Duyularınız size bu gerçeği de öğrettiği zaman Kant'ın o ünlü bilinmezinin geri kalan yanını da kavramış olursunuz". Bununla beraber Kant, yaşamının son yıllarında, "inana yer bırakmak için bilgiyi sınırlandırmak" istediğini itiraf etmiştir. Gerçekten de bilinemezcilik her zaman Tanrıbilimden ve dolayısıyla egemen sınıflardan yana olmuştur. Çünkü nesnel gerçekliğin bilinemeyeceğini söylemek, insanları inana çağırmak demektir. Ünlü bir diyalektikçi şöyle der: "Böylesine görüşlerin niçin ileri sürüldüğü sorulabilir. Çünkü bilgi ışık saçar, ışıksa herkesi hoşnut etmez. Karanlık çıkarlar ancak karanlıklarda elde edilir. Bilgiyle aydınlanan insan daha önce göremediği ve yapamadığı birçok şeyi görebilir ve yapabilir. Buysa karanlık saçan sömürücülerin ölesiye korktukları bir şeydir". Bilinemezcilik, biçimle özü ayrıştırmaktan ve görünüşten gerçeğe geçememekten doğmuştur. Antikçağ Yunan felsefesinde şüphecilik biçiminde belirmiş olan bilinemezcilik giderek bilimi yadsımaya varmış ve bilmeye uğraşmaktansa bilinemez saymanın kolaylığı ve rahatlığı içinde hızla yayılmıştır. Şüpheciler ya şüphe ettikleri için bilinemez sayıyorlar ya da bilinemez saydıkları için şüphe ediyorlardı. Onlar için bu bir yöntemdi, doğa bilimlerinden yararlanamayan düşünsel felsefenin aşırı tasarımlarına bir tepki olarak ileri sürülmüştü. Ama XVIII., XIX. ve XX. yüzyıl bilinemezcilerinin, böyle bir durumda bulunmadıkları gibi böylesine tepkileri de gereksemedikleri kesindir. Ünlü bir diyalektikçinin dediği gibi, "kauçuk yapıyoruz, demek ki kauçuğun ne olduğunu biliyoruz". Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm adlı yapıtında şöyle der: "Kavranamaz nesneler, bilimin dev adımlarıyla ilerlemesi sırasında kavrandılar, çözümlendiler, üstelik yeniden üretildiler. Üretebildiğimiz şeyin bilinemez olduğunu elbette düşünemeyiz... Bugün de bilmediklerimiz vardır, ama bugün bilmediklerimizi yarın bileceğimizden şüphe etmeye hiç bir neden yoktur".
Bircilik - Bir şeyin tek bir öğeden oluştuğunu savunan görüş.
Bismarck ve Beust (Avusturya-Macaristan şansölyesi), işçi sınıfı hareketine karşı ortak bir mücadele başlattılar. 17 Haziran 1871'de Bismarck, Beust'a Enternasyonalin faaliyetlerine karşı Almanya'da ve Fransa'da alınan önlemlere ilişkin bir muhtıra gönderdi. Alman ve Avusturya imparatorları, Enternasyonale karşı alınacak önlemleri görüşmek üzere Ağustos 1871'de Gastein'de ve Eylülde de Salzburg'da özel toplantılar yaptılar. Enternasyonale karşı başlatılmış olan genel kampanyaya İtalyan hükümeti de katıldı. Ağustos 1871'de Napoli kesimini kapattı ye başta Th. Cuno olmak üzere Enternasyonalin üyelerini cezalandırmaya başladı.
1871'in ilkyazında ve yazında, İspanyol hükümeti de, işçi örgütlerine ve Enternasyonalin kesimlerine karşı baskı önlemlerine başvurdu; bu durum, İspanyol Federal Konseyi üyeleri Mora'yı, Morogo'yu ve Lorenzo'yu Lizbon'a gitmek zorunda bıraktı.
Blanc, Louis (1811-1882). – Fransız yazar ve siyaset adamı. 1840 yılında Emeğin Örgütlendirilmesi adında, sosyalist çevrelerde ve işçi çevrelerinde büyük bir başarı kazanan bir yapıt yazdı. Başlıca tarihsel çalışmaları şunladır: 1841’de çıkan On Yılın Tarihi (1830-1840); 1847’de çıkan Fransız Devriminin Tarihi. Louis Blanc sınıf savaşını reddeder ve toplumun sosyalist dönüşümünü reformlar yoluyla, bu arada devlet tarafından desteklenen genel halk atölyelerinin örgütlendirilmesiyle gerçekleştirmeyi umar.
Burgravlar – Yasama meclisinin yeni bir seçim yasası hazırlamakla görevli komitesindeki önde gelen 17 orleancı ve meşruiyetçi üyeye, sınırsız -yetki iddiasında bulunmaları ve gerici özlemler taşımaları yüzünden verilen addı. Bu ad, Victor Hugo'nun tarihsel piyesinden alınmıştı. Bu piyes, imparator tarafından atanan "burg" (kale) komutanına Burg-Grof dendiği ortaçağ Almanya'sında geçiyordu.
Büchner, Friedrich- Karl-Christian-Ludwig (1824-1899). – alman filozof ve doğabilimcisi. Tubingue Üniversitesinde profesör. Kuvvet ve Madde adında kitap yayınlamıştır. Bu kitapta materyalist savları savunmuştur ve bu, görevden çıkarılmasına yol açmıştır. Birçok gazete makalesi ve materyalist kavram ve anlayışları halka indirmek amacıyla birçok yapıt yazmıştır.
Brumaire — Fransız cumhuriyetçi takviminde bir ayın adı. 18 Brumaire (9 Kasım 1799) Napoléon Bonaparte'ın askeri diktatörlüğünün kurulmasını sağlayan hükümet darbesinin yapıldığı gün. "18 Brumaire'in ikinci baskısı" dendiğinde Marks, 2 Aralık 1851 hükümet darbesini kastetmektedir.
Brüksel Kongresi (1.Enternasyonal) – 6-13 Eylül 1868 tarihlerinde yapıldı. Marx, bu Kongrenin hazırlıklarına etkin bir biçimde katıldı ama toplantılarında bulunmadı. Kongrede İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, İsviçre, İtalya ve İspanya işçilerini temsil eden yaklaşık 100 delege vardı. Kongre, demiryollarının, yeraltı kaynaklarının, madenlerin, ormanların ve ekilebilir toprakların kamu mülkiyetine aktarılmasının zorunluluğu konusunda önemli bir karar kabul etti. Bu karar, Fransız ve Belçikalı prudoncuların çoğunluğunun kolektivist bakış açısını benimsemiş olduklarını ve Enternasyonal içerisinde proleter sosyalizmin küçük-burjuva reformculuğu üzerinde zafer kazanmış olduğunu gösteriyordu. Kongre, ayrıca, Marx'ın sekiz saatlik işgünü, makinelerin kullanımı, Barış ve Özgürlük Ligasının Bern Kongresine (1868) karşı takınılacak tavır konularında önerdiği kararları ve, bir de, Alman delegasyonu adına Lessner'in önerdiği ve bütün ülkelerin işçilerine Marx'ın Kapital'ini incelemelerini ve bu yapıtın Almanca'dan öteki dillere çevrilmesini salık veren bir kararını kabul etti.